
Tasavvuf nedir?
Tasavvuf benliğinin sınırlarını aşarak içindeki sessiz devrimi başlatan, varlığın derinliklerinde saklı hakikate uyanışın çağrısıdır.”
Tasavvuf bir bakış meselesidir. Dünyaya nereden baktığın, insanı neyle gördüğün, acıyı nasıl taşıdığınla ilgilidir. Kimsenin tekelinde değildir. Bir kitabın içinde doğmaz, bir cemaatin içinde büyümez. Tasavvuf, insanın kendini unuttuğu yerde başlar.
Bir düşünce değil; bir duruş. Bir öğreti değil; bir uyanıklık hâlidir.
Ve bu uyanıklık, başkalarını düzeltmeye değil, kendine bakmaya yöneliktir.
Tasavvuf, başkalarını eleştirmeyi değil, kendini anlamayı öğretir. Kimin ne giydiğine, neye inandığına, neyi doğru bulduğuna değil… Kalbinin ne kadar büyük sevgi taşıdığına bakar. Yüzeyle uğraşmaz. Derine iner.
Çünkü hakikat, yüzeyde değil, derinliktedir.
Hakikat yüzeyde değil, derinliktedir
Bazı kavramlar vardır ki, onlara sadece anlamak yetmez; onları ancak hissederek kavrayabilirsin. Tasavvuf da böyledir. Satır aralarında değil, sessizlik anlarında kendini gösterir. Koşarken değil, durduğunda konuşur. Ve kimseye yüksek sesle kendini ispat etmeye çalışmaz; çünkü hakikat, bağırmaz.
O yüzden tasavvuf, iç sesini duymaya cesaret etmektir.
Kendinle yüzleşmeye ve en sonunda kendini aşmaya niyet etmektir.
Ne var ki, insanların büyük bir kısmı kendisiyle yüzleşmekten kaçar.
Çünkü en derin hakikat, en zor olandır: Kendine dürüst olmak.
İnsan, içini görmek yerine dışarıyı meşgul eder.
İnsan, içini görmek yerine dışarıyı meşgul eder.
Çoğu insan kendini sürekli meşguliyetle uyuşturur; kalbinden yükselen sesi susturmak için bir şeylerle oyalanır. Gün geçsin ister. Ama aslında kendinden kaçıyordur.
Kimi de kendini “ruhani” bir kılıfla kandırır.
Biraz kitap, biraz bilgi, birkaç ezber… Sonra da “oldum” zannı.
Oysa bu zannın kendisi, en büyük perdedir. Oldum demek, öldüm demektir.
Bilir gibi görünür ama bilginin ağırlığı kalbine hiç inmemiştir.
Çünkü bilgi yalnızca akılda kalmışsa, sadece yük olur.
Bir diğerleri ise hakikati kendi tekeline alır.
Tasavvufu, dini, maneviyatı bir yarışa dönüştürür.
Sürekli başkalarını eleştirerek yaşar.
Onlara göre herkes eksik, herkes sahtekârdır.
Ama dikkat et: Bu yargılar onları yüceltmez, sadece içsel boşluklarını örter.
Başkalarını küçük gördükçe kendilerini büyük sanırlar.
Ve ne yazık ki, bu şekilde ömürleri başkalarının kusurlarını aramakla geçer.
Oysa asıl eksik, dönüp hiç bakmadıkları yerlerdedir: Kendi içlerinde.
Her iki yol da aynı çıkmazdadır:
Kendini kandırmak.
Tasavvuf, işte bu kandırmacayı reddeder.
Ne meşguliyetin arkasına saklanmanı ister,
Ne de bilgiyle kendini yüceltmeni.
Ne de başkalarını suçlamanı…
Sadece dürüst olmanı ister.
Kendine karşı.
Gerçekten hazır mısın kendini görmeye?
Gerçekten hazır mısın kendini görmeye?
İşte bütün mesele bu.
Ve işte tam burada, tasavvufun hakikati sessizce kapını çalar.
Sana yeni bir isim vermez, sana görevler yüklemez.
Sadece şöyle der:
“Hazır mısın kendinle baş başa kalmaya?
Maskesiz, savunmasız, kaçmadan, susmadan…
İçindeki çocuğa, yaralı taraflarına, kibirli bakışlarına, gizli korkularına…
Hazır mısın hepsine şefkatle bakmaya?”
Tasavvuf, bir başkasını çözmeye çalışmak değil, kendi içinde kaybolmayı göze almaktır.
O kayboluşun içinde bir gün öyle bir sessizlik olur ki…
Orada artık yargı yoktur, yarış yoktur, gösteriş yoktur.
Sadece bir duruş vardır: Derin, sade ve hakiki.
İşte o an, kim olduğunu hatırlarsın.
Sana hiç öğretilmeyen ama hep içinde olan bir şeyi fark edersin:
Kalbinin gerçek sesini.
Tasavvuf, işte o sesi duymaya başladığın andır.
O andan sonrası artık yoldur.
İçten dışa akan bir yol.
Ve o yolda hiçbir başarı ölçüsü yoktur.
Ne kaç kitap okudun, ne kaç kişi seni izliyor…
Sadece şu sorunun cevabı vardır:
“Bugün, içimdeki sevgiyi biraz daha büyütebildim mi?”
“Peki, tasavvufa nereden başlayacağım?”
Şu anda belki kendi kendine soruyorsun:
“Peki, tasavvufa nereden başlayacağım?”
Cevap çok basit: Başladın bile.
Bu satırları okurken, bu sesi dinlerken, içinden bir şey kıpırdadıysa…
Kalbinde hafif bir sızı, derin bir merak, tatlı bir sessizlik oluştuysa…
İşte orası başlangıç noktandır.
Şimdi sadece şuna niyet et:
Daha çok kalbini dinlemeye…
O zaman kalbin zaten sana yolu gösterecek.
Sen yola çık, yol sana görünür.
Bir gün, muhakkak bir yerlerde karşılaşırız.
Ama bir sohbetle,
Ama bir ney dinletisiyle,
Ama belki bir çemberin içinde, belki de bir bakışta…
Ve o karşılaşmada, birlikte tasavvufun derinliklerine ineriz.
Ve asla unutma:
“Aramakla bulunmaz” derler.
Ama bulanlar da, sadece arayanlardır.
(Hakan Mengüç Temmuz 2025)
