Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Sabit Yazı

Sufi Ney Meditasyonu

Ney sesi, sufilerin bilgece sözleri ve hikayeleri bu topraklarda her daim manevi bir şifa olmuştur. Zor günler geçirdiğimiz şu zamanlarda sizlere iyi gelmesi için, kendi oluşturduğum sufi ney meditasyonunu paylaştım. Sizler güzel geri bildirim verdikçe YENİ kayıtlar yüklemeye devam edeceğim. Umarım iyi gelir. Bu kayıt tedavi amacı taşımamaktadır. Psikiyatrik hastalıkların tedavisi için bir alternatif değildir. Hastalık kategorisinde olmayan gündelik stres ve kaygı için rahatlama, gevşeme amaçlı yapılmıştır.

Meditasyon çoğu insanın bildiğinin aksine Hint dillerinden, ya da Budist dillerinden gelen bir kelime değildir. Meditasyon, Fransızca bir kelimedir. Birçok sözlük Fransızca meditasyon kelimesini Türkçe’ye “tefekkür” olarak çevirmiştir. Türk Dil Kurumu ise “dalınç” olarak çevirmiştir.

Fransızcaya ise Latince “meditatio” kelimesinden geçmiştir. Latince “meditatio” kelimesi “derin düşünme” anlamına gelmektedir.

Meditasyon kendini dinlemektir.

Yani meditasyon kelimesi herhangi bir dine veya felsefi öğretiye ait değildir. Budist tarzı yapılan derin düşünme tekniklerine Budist meditasyon denmiş, Hint tarzı yapılan derin düşünme uygulamalarına da Hint meditasyonu denmiştir. Bu yüzden biz de sufi düşüncesi temel alınarak yapılan derin düşünme tekniklerini Sufi meditasyon olarak isimlendiriyoruz.

DAT Sistemi

Günlük hayatımızda karşılaştığımız olaylar, bu olaylara verdiğimiz tepkiler ve yaşadığımız duygular arasındaki ilişkiyi anlamak, duygusal dengeyi sağlamak için çok önemlidir. İşte bu noktada DAT Sistemi devreye giriyor. Peki, DAT sistemi nedir ve nasıl çalışır? Bu blogda, hayatınızı değiştirecek bu basit ve etkili modeli keşfedeceksiniz.

DAT Sistemi Nedir?

DAT Sistemi, hayatımızdaki olaylara verdiğimiz tepkileri anlamak ve yönetmek için kullanılan üç aşamalı bir modeldir: Durum – Anlam – Tepki.

  1. Durum: Hayatta karşımıza çıkan herhangi bir olay ya da durumdur. Örneğin, bir iş görüşmesine katıldınız.
  2. Anlam: Bu duruma nasıl bir anlam yüklediğiniz, olayın sizde nasıl bir duygu yaratacağını belirler. Örneğin, “Bu görüşme çok zor geçti, asla başarılı olamam” şeklinde bir anlam yüklerseniz, kaygı hissetmeye başlarsınız.
  3. Tepki: Duruma verdiğiniz anlam doğrultusunda tepki gösterirsiniz. Olumsuz anlam yüklediğinizde kaygı, korku veya stres tepkileri verebilirsiniz. Ancak olaya daha pozitif bir anlam yüklediğinizde, örneğin “Bu görüşme benim için bir deneyim oldu”, bu sefer tepkiniz daha sakin ve kendinden emin olabilir.

Hayatımızı Verdiğimiz Anlamlar Şekillendirir!

Kaderimizi şekillendiren, yaşadığımız olaylar değil, bu olaylara verdiğimiz anlamlardır. Aynı durum iki farklı kişi için tamamen farklı sonuçlar doğurabilir, çünkü herkes olayları kendi inançları, geçmiş deneyimleri ve duygusal durumlarıyla yorumlar. Bir zorluk, bir kişi için hayatın getirdiği ağır bir yük gibi görünürken, başka biri için fırsatlar yaratan bir meydan okuma olabilir. Verdiğimiz anlamlar, hissettiğimiz duyguları, aldığımız kararları ve gelecekteki adımlarımızı doğrudan etkiler. Bu yüzden, kaderimizi değiştirmek istiyorsak, olaylara bakış açımızı, yani verdiğimiz anlamları dönüştürmemiz gerekir.

DAT Sistemi Nasıl Uygulanır?

DAT Sistemi sayesinde, karşılaştığınız her olayın üzerinizde bıraktığı etkiyi kontrol edebilirsiniz. İşte adım adım uygulama:

  1. Durumu fark edin: Karşınıza çıkan bir olayı ya da durumu gözlemleyin.
  2. Yüklediğiniz anlamı sorgulayın: Bu duruma hangi anlamı yüklüyorsunuz? Olumlu mu, olumsuz mu?
  3. Tepkinizi yönetin: Yüklediğiniz anlamı değiştirdiğinizde, duygusal ve davranışsal tepkilerinizin de değiştiğini fark edeceksiniz.

DAT Sistemi online eğitiminde anlamı fark etme ve değiştirme üzerine 21 ders vardır.

Neden DAT Sistemi Kullanmalıyız?

Düşünce ve duyguları doğrudan değiştirmeye çalışmak, genellikle onları daha da güçlendirir. “Kırmızı bir fil düşünmemeliyim” dedikçe, aklınıza daha çok gelir. Zihnimiz, düşünmememiz gerektiğini söylediğimiz şeyleri daha fazla düşünmeye meyillidir. Ancak anlam farklıdır; bir olayın anlamı değiştiğinde, o olaya dair düşünceler de otomatik olarak değişir. Bu yüzden, anlamı değiştirmek, düşünceyi doğal bir şekilde dönüştürmenin anahtarıdır.

DAT Sistemi ve Düşüncelerimiz

DAT (Durum-Anlam-Tepki) sistemi üzerinden bir örnekle bunu açıklayalım:

Durum: Bir buluşmaya gittiniz ve karşı taraf 15 dakika gecikti, hâlâ gelmedi.

Eğer bu duruma verdiğiniz anlam negatif bir şekilde olursa, tepkileriniz de buna göre şekillenir: Anlam: “Beni önemsemiyor. Bu kadar beklemek hiç adil değil. Zamanıma saygısızlık yapıyor.”
Tepki: Sinirlenmeye, sabırsızlanmaya ve kendinizi değersiz hissetmeye başlarsınız. Muhtemelen buluşma başladığında da öfkenizi kontrol edemez, karşı tarafa soğuk davranırsınız.

Ancak aynı duruma farklı bir anlam verdiğinizde, tepkiniz de tamamen değişir: Anlam: “Muhtemelen trafikte kaldı ya da bir acil durumla karşılaştı. Herkesin başına gelebilecek bir şey.”
Tepki: Daha sakin kalır, sabırlı bir şekilde bekler ve geldiğinde anlayışlı davranırsınız. Hatta belki bir kahve içerek bu zamanı kendinizle keyifli bir şekilde geçirirsiniz.

Bu örnekte görüldüğü gibi, aynı durum farklı anlamlarla çok farklı tepkiler yaratır. DAT sisteminde anlamın belirleyici olması, olaylara verdiğiniz tepkiyi kökten değiştirir ve sizi daha pozitif ve dengeli bir ruh haline taşır.

Kendi yolunda yürümeye cesaret edenler

Bu yazıda, kendi sanat yolculuklarında alışılmışın dışında bir tarz oluşturan, mevcut yapı tarafından sanatları başlangıçta kabul edilmeyen ancak buna rağmen sanattan vazgeçmeyip kendi tarzlarını kabul ettiren üç sanatçıyı inceleyeceğiz. Neden bu üç örneği seçtim? Birisi resim dünyasının dahisi olarak kabul edilen Claude Monet, diğeri müzik dünyasının dahisi olarak kabul edilen Ludwig van Beethoven, ve sonuncusu yazdığı roman serisi ve ardından filmleriyle bu yüzyıla damga vuran J.K. Rowling.

Monet 20. yüzyıldan, Beethoven 19. yüzyıldan ve Rowling 21. yüzyıldan. Özellikle farklı yüzyıllardan seçtim çünkü yüzyıllar değişse de toplum ve eleştirmenlerin sanata yönelik bakış açılarının değişmediğini görmenizi istedim. Ayrıca, yaşam süreleri içinde kabul görmüş ve üne kavuşmuş kişileri seçtim. Çünkü, yaşam sürelerinde değeri bilinmeyen veya çokça eleştirilip sonradan deha kabul edilen birçok insan var; Van Gogh, Bach ve Kafka gibi. Ancak ben, özellikle kendi yaşam sürecinde hem farklı tarzı olan, hem mevcut yapı tarafından eleştirilen, buna rağmen sanatının arkasında durup hayattayken başarıya ulaşmış kişilerden bahsetmek istedim.

Bu yazı, inandığınız fikrinizin, sanatınızın arkasında durmanız konusunda size ilham vermeyi amaçlamaktadır. Tekrar hatırlatmak isterim ki bu yazı “asla vazgeçmeyin” yazısı değil, “kendi sanatınızın arkasında durun” yazısıdır.

Claude Monet

Claude Monet, Impression, Sunrise (İzlenim, Gündoğumu), 1872, tuval üzerine yağlı boya, 48 x 63 cm (Marmottan Müzesi, Paris)

Claude Monet, 14 Kasım 1840’ta Paris, Fransa’da dünyaya geldi. Sanat dünyasında devrim niteliğinde bir iz bırakan Monet, empresyonist hareketin önderlerinden biri olarak tanındı. Bu hareket, adını Monet’nin “Impression, Sunrise” (İzlenim, Gündoğumu) adlı eserinden alır.

Monet, çocuk yaşta resim yapmaya ilgi duydu.

Monet’nin erken dönem eserleri, o dönemin sanat dünyasında büyük bir yankı uyandırmadı. Klasik sanatın dışındaki sanatı sanat kabul etmeyen, ve katı kurallara bağlı Salon jürisi, Monet’nin klasik dışı yenilikçi çalışmalarını genellikle reddetti.

1860’ların sonlarında, Monet ve arkadaşları resmi Salon sergilerine kabul edilmeyince, kendi bağımsız sergilerini düzenlemeye başladılar. 1874’te gerçekleştirilen ilk Empresyonist sergi, eleştirmenlerin sert saldırılarıyla karşılaştı. “Impression, Sunrise” adlı eseri, eleştirmen Louis Leroy tarafından “bir tablo değil” diyerek küçümsendi.

Monet’nin eserleri başlangıçta hem eleştirmenler hem de halk tarafından tamamlanmamış, kaba ve biçimsiz olarak değerlendirildi. Dönemin sanat eleştirmenleri, Monet’nin ışık ve renk kullanımını anlamakta zorlanıyordu. 1870’lerin sonunda ve 1880’lerin başında, Monet ciddi mali sıkıntılar yaşadı ve eserlerini satmakta zorlandı. Ama sanatından vazgeçmedi ve eleştirmenlerin istediği tarzda resim yapmadı, kendi tarzının arkasında durdu.

Zamanla Monet’nin sanatı daha fazla tanınmaya başladı. Işık ve atmosferi yakalamadaki yeteneği, zamanla takdir edilmeye başlandı. Sanat koleksiyoncuları ve galeriler, Monet’nin eserlerini sergilemeye ve satın almaya başladı. 1880’lerin sonlarından itibaren, Monet’nin çalışmaları daha geniş bir kabul gördü.

1890’larda Giverny’deki evine taşınan Monet, burada ünlü nilüfer serilerini yaratmaya başladı. Bu dönemde sanat dünyası ve halk, Monet’nin eserlerine büyük ilgi gösterdi ve sanatçı, hayatının son yıllarında büyük bir başarı ve tanınma elde etti. Monet, bugün modern sanatın en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Ludwig van Beethoven

Ludwig van Beethoven, 17 Aralık 1770’te Almanya’da doğdu. Küçük yaşlarda beste yapmaya başlayan Beethoven’ın zamanla kendine has bir tarzı oluşmaya başladı.
Ama zamanının müzik otoriteleri sizin sadece geleneği sürdürmenizi beklerler, yeni tarz oluşturmanızı değil.

Aldığı Eleştiriler

Beethoven, müzikal yenilikleri ve cesur yapıları nedeniyle birçok eleştiri aldı. İşte bazı örnekler:

1. Eroica Senfonisi (3. Senfoni): “Anlamsızca uzun ve aşırı dramatik” olarak nitelendirildi.

2. Grosse Fuge (Op. 133): “Anlaşılmaz” ve “kaotik” bulundu.

3. Missa Solemnis (Op. 123): “Dinleyiciler için fazla zorlayıcı” olarak değerlendirildi.

Eleştirmenler arasında zamanının otoriterleri arasında yer alan Johann Friedrich Reichardt, Carl Maria von Weber ve Friedrich August Kanne gibi isimler bulunuyordu. Bu eleştirmenler, Beethoven’in eserlerini karmaşık ve anlaşılması zor buldular.

Eleştirilere Karşı Tutumu ve Vazgeçmemesi

Beethoven, eleştirmenlerin ve dinleyicilerin olumsuz yorumlarına rağmen kendi sanatsal vizyonunu sürdürmeye kararlıydı.

Beethoven’in müziği, duygusal derinlik ve teknik yeniliklerle doluydu. Bu durum, başlangıçta anlaşılmasını zorlaştırsa da, Beethoven müziğinin arkasında durdu ve zamanla hem müzik otoriteleri hem de halk tarafından saygı gören birine dönüştü.

Avrupa Birliği’nin resmi marşının, Ludwig van Beethoven’in 9. Senfonisi’nin (d-Moll, Op. 125) son bölümünden alındığını da hatırlatmak isterim.

Bir kitap yazdığınızı ve bu sürece büyük bir inançla yaklaştığınızı düşünün. Hayatınızın en büyük hayalini gerçekleştirmek için gecenizi gündüzünüze kattınız. Kitabı tamamlamak zaten başlı başına bir zorluktu; her satırı, her sayfası sizin için bir mücadeleydi. Ama sonunda, büyük bir zafer duygusuyla bitirdiniz. Eserinizi bağlantı kurduğunuz bir yayınevine gönderdiniz, kalbiniz umut ve heyecanla doluydu. Ancak, yayınevinden gelen cevap bir yıkım gibiydi: Kitabınız yayımlamaya değer bulunmamıştı.

Bu hayal kırıklığını sindirmeye çalışırken, cesaretinizi toplayarak ikinci bir yayınevine yöneldiniz. Onlar da kitabınızı beğenmediklerini söylediler. Her yeni ret mektubu, ruhunuzda derin yaralar açıyordu. Üçüncü, dördüncü derken, tam 12 yayınevi kitabınızı reddetti. Her bir red, inancınızı biraz daha sarsıyor, hayallerinizi biraz daha uzaklaştırıyordu. Her seferinde umutla dolup taşan kalbiniz, acı bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kalıyordu. Ancak, siz vazgeçmediniz, umudunuzu yitirmediniz ve mücadeleye devam ettiniz.

İşte bunlar yazar J.K. Rowling’in başına gelenlerdi. Sektörün otorite olan yayınevleri ve editörleri onu şu sözlerle reddetmişlerdi:

• “Kitabın içeriği fazla karmaşık.”

“Kitabın uzunluğu çocuk kitapları için fazla.”

• “Pazarlanabileceğini düşünmüyoruz.”

• “Çocuk kitabı pazarında bu tür bir eserin başarılı olacağını düşünmüyoruz”

• “Yeni ve tanınmamış bir yazara yatırım yapmayı riskli buluyoruz

Sonunda, Bloomsbury Yayınevi’nin küçük bir editörü olan Barry Cunningham, kitabı kabul etti. Bu karar, kısmen editörün genç kızının hikayeyi çok sevmesi ve daha fazlasını okumak istemesi üzerine verilmişti. Bloomsbury, ilk baskıda sadece 500 kopya bastı, ancak bu kararın ne kadar isabetli olduğu kısa sürede anlaşıldı. Kitap büyük bir başarı elde etti ve J.K. Rowling kısa sürede dünya çapında tanınan bir yazar haline geldi.

Kitap seri genelinde 500 milyondan fazla sattı.

Sanatınızın Işığını Asla Söndürmeyin

Sanatınızın ve inandığınız fikirlerin arkasında durun. Claude Monet, Ludwig van Beethoven ve J.K. Rowling gibi büyük isimler, yoğun eleştiriler ve reddedilmeler karşısında yılmadan sanatlarını savundular. Onlar, vizyonlarına olan sarsılmaz inançlarıyla yollarına devam ettiler ve sonunda dünya onları tanıdı, hayranlıkla kabul etti. Unutmayın, eğer yaptığınız şeyin değerine inanıyorsanız, tüm dünya size karşı dursa bile vazgeçmeyin. Kendi sanatınızın arkasında durun, çünkü gerçek başarı, cesaret, azim ve kararlılıkla gelir.

Bu, illa onlar kadar ünlü olacağınız ve tanınacağınız anlamına gelmez. Ama emin olun, birileri sizin değerinizi fark edecek. Yolunuz zorlu olabilir, eleştiriler canınızı yakabilir, ama sanatınıza sadık kaldığınız sürece, bir gün sizin de adınız en büyükler arasında anılacaktır. Sanatınızın ışığını asla söndürmeyin, çünkü o ışık, karanlıkları aydınlatacak ve geleceği şekillendirecektir.

Gün Batımı Bestesinin Hikayesi

Gün Batımı” adlı bestemin hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bursa’ya ailemi ziyarete gitmiştim. Dönerken, çocukluğumun bir kısmının geçtiği Bursa’nın sahil kasabası Kumla’ya uğradım. Kış aylarında Kumla’nın sessizliği, diğer sahil kasabaları gibi derin bir huzur taşır. Gün batımında sahildeki çay bahçelerinden birinde oturup, bir çay içerek eski anılarımı hatırlamayı ve yola öyle devam etmeyi planlıyordum. O kadar güzel bir gün batımı oldu ki; güneş Armutlu tarafından denize gömülürken, gökyüzü gittikçe pembeleşti. Bu manzara karşısında içim tarifsiz duygularla doldu taştı. Evrenin büyüklüğünü, her şeyin birbiriyle olan bağlantısını ve bizim bu bütünün bir parçası olduğumuzu düşündüm. O an, evrenle bir olmuş gibi gökyüzünü izledim. Bu duygular, kelimeler yerine bir melodi olarak zihnimde belirdi.

İstanbul’a döndüğümde, kafamda beliren bu melodiyi hemen piyanoya döktüm.

Bu bestede, o an hissettiğim derin duyguları size de hissettirmeyi amaçladım. Umarım, bu duygular size de ulaşır. Teşekkür ederim.

Gün Batımı | Ney ve Piyano

Gün Batımı | 1 Saatlik Versiyon

Gün Batımı | Piyano Versiyon

Hakan Mengüç kimdir 2024

Yazar, besteci, akademisyen ve neyzen Hakan Mengüç, edebiyat, müzik, akademi ve Sufizm alanlarında sadece Türkiye’de değil, uluslararası arenada da öne çıkan bir isimdir. Girne Amerikan Üniversitesi’nde Sufi Felsefesi dersleri vererek ve aynı üniversitede kurulan Sufi Akademisi’nin başkanlığını yürüterek, Mengüç derin bilgisi ve çok yönlü yetenekleriyle tanınır. Yayımlanmış dokuz kitabı ve bu eserlerin 13 farklı dile çevrilişi, onun küresel bir etki yarattığının kanıtıdır.

Bursa doğumlu olan Mengüç, küçük yaşlardaki içsel arayışı sayesinde Sufi felsefesi ve ney müziği ile tanışmıştır. Bu tutku onu Osmanlıca ve Farsça öğrenmeye, Mesnevi üzerine çalışmalara ve dünyanın dört bir yanındaki ruhsal merkezleri ziyaret etmeye yönlendirmiştir. Bu yolculuk sırasında edindiği bilgi ve deneyimler, onun yazdığı kitaplara ve müzikal bestelerine yansımıştır.

Sakin üslubu ve sade anlatımıyla sosyal medyada milyonlarca kişiye ulaşırken, HM Genç Liderler Akademisi aracılığıyla 25 yaş altı gençlere yönelik ücretsiz eğitimler sunarak topluma katkıda bulunmuştur. Müzik eğitimine de büyük önem veren Mengüç, piyano ve ney performanslarıyla dinleyicilerini büyülemekte ve Spotify ile Apple Music üzerinden eserlerini geniş kitlelerle paylaşmaktadır.

Uluslararası alanda tanınan Mengüç, Türkiye dışında birçok ülkede ve üniversitede seminerler vermiştir. Hollanda’da Windesheim Üniversitesi ve Amsterdam Vrije Üniversitesi’nde; ayrıca Güney Danimarka Üniversitesi’nde düzenlediği seminerlerle bilinir. Bu seminerlerde Sufi felsefesi, müzikal performanslar ve doğu felsefesi üzerine değerli bilgiler sunmuş, katılımcılara kültürel ve spiritüel bir köprü kurmuştur.

TEDx konuşmaları ve uluslararası üniversitelerde verdiği seminerlerle Sufi felsefesini dünya çapında yaymaya devam eden Mengüç, içsel arayışından küresel bir etki yaratmaya uzanan bu etkileyici yolculukla, güçlü karakterini ve etkisinin sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Who is Hakan Mengüç

Author, composer, academic, and Ney player Hakan Mengüç is a distinguished figure not only in Turkey but also on the international stage in the fields of literature, music, academia, and Sufism. Teaching Sufi Philosophy at Girne American University and serving as the president of the Sufi Academy established within the same university, Mengüç is recognized for his deep knowledge and versatile talents. The publication of his nine books and their translation into 13 different languages is proof of his global impact.

Born in Bursa, Mengüç was introduced to Sufi philosophy and Ney music through his early inner quest. This passion led him to learn Ottoman Turkish and Persian, engage in studies on the Masnavi, and visit spiritual centers around the world. The knowledge and experiences gained during this journey have been reflected in his books and musical compositions.

While reaching millions on social media with his calm demeanor and simple expression, Mengüç has contributed to society by offering free education to young people under 25 through the HM Young Leaders Academy. Valuing music education, Mengüç has enchanted audiences with his piano and Ney performances and shared his works with a wide audience on Spotify and Apple Music.

Mengüç, recognized internationally, has given seminars in numerous countries and universities outside Turkey. He is known for his seminars at Windesheim University and Amsterdam Vrije University in the Netherlands, as well as at the University of Southern Denmark. In these seminars, he has provided valuable insights on Sufi philosophy, musical performances, and Eastern philosophy, building a cultural and spiritual bridge for participants.

Continuing to spread Sufi philosophy worldwide through TEDx talks and seminars at international universities, Mengüç’s impressive journey from an inner search to creating a global impact clearly showcases his strong character and the extent of his influence.

Hakan Mengüç, “Kalbin Uyanışı” Semineri ile Almanya’da Büyük İlgi Gördü

Hakan Mengüç, “Kalbin Uyanışı” Semineri ile Almanya’da Büyük İlgi Gördü (16-17-18 Şubat 2024)

Ünlü yazar, besteci ve akademisyen Hakan Mengüç, “Kalbin Uyanışı” adlı semineriyle Almanya’nın Stuttgart, Frankfurt ve Mannheim gibi önde gelen şehirlerinde büyük bir beğeni topladı. Programında ney ve piyano performansları da sunan Mengüç, Sufi felsefesi üzerine etkileyici sunumlarıyla katılımcılara benzersiz bir huzur deneyimi yaşattı.

Bu seminer serisinin biletlerinin hızla tükenmesi, Hakan Mengüç’ün sadece Türkiye’de değil, aynı zamanda uluslararası alanda da geniş bir takipçi kitlesine sahip olduğunu gösterdi. Seminerlere gösterilen yoğun ilgi, Mengüç’ün sunduğu içeriklerin evrensel değerini ve farklı kültürler arasında köprü kurma becerisini ortaya koydu.

Almanya’daki bu seminerler, Mengüç’ün kültürel etkileşim ve spiritüel öğreti alanında önemli bir figür olmasının yanı sıra, Sufi felsefesini ve Türk müziğini dünya çapında tanıtmada da büyük bir adım olarak kabul ediliyor. Mengüç’ün seminerleri, katılımcılara sadece zengin bilgi ve müzik sunmakla kalmıyor, aynı zamanda farklı kültürlerin ve düşünce sistemlerinin birleştirici gücünü de vurguluyor.

Eskiden insanlar neden daha mutluydu?

Düşünün ki, zamanın derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak kendinizi 200 yıl öncesinde buluyorsunuz. Bir kral olarak, tüm zenginliğe ve iktidara sahipsiniz fakat günümüzün sıradan bir bireyinin elinde olan pek çok nimetten mahrum kalıyorsunuz. Zenginliğiniz ve kraliyet unvanınız, o dönemde, ne kadar güçlü olursanız olun, otobüsle seyahat etme ya da uçak yolculuğunun konforunu yaşama gibi imkanları size sunamıyor. Günümüzdeyse, modern gelişmeler sayesinde, zaman ve mekan kavramı inanılmaz bir hızla yeniden tanımlanıyor. Bir şehirden diğerine ya da farklı bir ülkeye seyahat etmek artık sadece birkaç saat sürüyor.

Örneğin, sadece 200 yıl önce, 1800’lü yıllarda, İstanbul’dan New York’a yapılan bir yolculuk günümüz standartlarına göre oldukça zorlu ve zaman alıcı bir süreç olurdu. Bu seyahat, Avrupa’nın batısına kadar at arabalarıyla kara yolculuğu yapmayı, ardından Atlantik Okyanusu’nu yelkenli gemilerle aşmayı ve Amerika kıtasında batıya doğru at sırtında veya at arabalarıyla uzun bir kara yolculuğu gerçekleştirmeyi gerektirirdi. Bu yolculuk aylar sürebilir, hatta koşullara bağlı olarak bir yıldan fazla zaman alabilirdi. Bugün ise, İstanbul’dan sadece 11 saat süren bir uçuşla New York’a varabiliyorsunuz.

200 yıl önce elektrik, buzdolabı, birçok ilaç, araba, uçak gibi imkanlar yoktu. Peki, bütün bu eksikliklere rağmen insanlar neden daha mutlu hissediyordu?

Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre, depresyon yaşayan kişi sayısında her geçen gün bir artış olduğu belirtiliyor. Bu artış, önceki yüzyıla kıyasla dikkat çekici düzeylere ulaşmış durumda. Ancak bazı uzmanlar, bu artışın bir kısmının, daha önceki dönemlerde yetersiz tanı koyma pratiklerinden kaynaklandığını da belirtiyorlar.

Bununla birlikte, çocukluğumuzdaki çevreye baktığımızda, insanların eskiden olduğu kadar mutlu olmadıklarını fark edebiliriz. Bu durumu sadece nostalji hastalığına bağlamak yetersiz kalır. Kendi deneyimlerimden hatırlıyorum; haftanın birçok günü ya komşularımız bize gelirdi ya da biz onlara giderdik. Sosyal bağlar, dertleri paylaşma, yardımlaşma ve zorluklarla dolu süreçlerde birlikte dayanışma içinde olma imkanı sunuyordu.

Geçmiş dönemlerde insanların neden daha mutlu olabileceği üzerine kısa bir araştırma yaptım ve bazı faktörler belirledim. Bu faktörleri birlikte inceleyelim ve bundan kişisel dersler çıkaralım:

A) Beklentiler ve Kıyaslama

Sosyal medya ve diğer iletişim kanalları, insanların sürekli olarak başkalarının hayatlarını gözlemlemelerine ve kendi yaşamlarıyla karşılaştırmalar yapmalarına olanak tanır. Bu sürekli kıyas yapma alışkanlığı, kişisel memnuniyetsizlik duygularını artırabilir ve bireylerin kendi yaşamlarını olumsuz bir ışık altında değerlendirmelerine sebep olabilir. Geçmiş dönemlerde, insanların kendi toplulukları veya yakın çevreleri dışında çok fazla karşılaştırma yapacak bir durumu olmadığı için, beklentiler daha gerçekçi ve ulaşılabilir düzeylerde kalıyordu.

Kıyas yapmanın kötü olmasının temel nedenleri arasında şunlar yer alır:

  1. Gerçeklikten Kopuk Beklentiler: Sosyal medyada paylaşılan içerikler genellikle kişilerin en iyi anlarını, başarılarını veya mükemmelleştirilmiş yaşam tarzlarını yansıtır. Bu, gerçek dışı beklentilere ve kendi gerçeklerimizle karşılaştığımızda hayal kırıklığına yol açabilir.
  2. Duygusal Yük: Sürekli olarak başkalarıyla kendimizi kıyaslamak, kıskançlık, yetersizlik hissi, özsaygıda düşüş gibi olumsuz duygusal durumları tetikleyebilir.
  3. Anı Yaşama Kapasitesinin Azalması: Kendi yaşamımızı sürekli başkalarınınkinin yanında değerlendirme eğiliminde olmak, şu anki anın tadını çıkarmamızı ve kendi başarılarımızı, mutluluklarımızı kutlamamızı engeller.
  4. Kişisel Gelişim Engeli: Kıyaslamalar, bireyin kendi değerlerine, hedeflerine ve ilgi alanlarına odaklanmasını engelleyebilir, böylece kişisel gelişimi ve kendini gerçekleştirmeyi olumsuz yönde etkileyebilir.

B) Basitlik ve Karmaşıklık:

Geçmişte insanlar, günlük yaşamlarını sürdürmek için net ve somut görevlerle meşgul olurlardı; örneğin, tarım, gündelik yapılması gerekenler, barınak sağlamak gibi faaliyetler, hayatta kalma mücadelelerinin temelini oluştururdu. Bu tür görevler, açık hedefler sunar ve bu hedeflere ulaşıldığında hemen tatmin sağlardı. Bireylerin çabaları ve sonuçları arasında doğrudan bir ilişki görülürdü, bu da onların emeklerinin somut sonuçlarını hızla görmelerini sağlar, dolayısıyla bir tatmin ve başarı hissi yaratırdı.

Buna karşılık, modern yaşamın getirdiği karmaşıklık, bireylerin hayatlarını yönlendirme şeklini değiştirmiştir. Teknolojinin ilerlemesi, küreselleşme ve toplumsal beklentilerin artması gibi faktörler, günlük yaşamı daha karmaşık hale getirmiştir. İş ve kişisel yaşamda sürekli değişen hedefler, bireylerin neyin gerçekten önemli olduğunu belirlemekte zorlanmalarına neden olabilir. Modern hayatta, çabalarımızın ve hedeflerimize ulaşmamızın sonuçları çoğu zaman uzun vadede ortaya çıkar ve bu süreç, çoğu zaman belirsizliklerle doludur. Bu belirsizlik, anlık tatminin azaldığı ve başarının somut ölçütlerinin bulanıklaştığı bir ortam yaratır.

Bu durum, bireylerin mutsuzluğunu artırabilir çünkü:

  • Karar Verme Güçlüğü: Hayatın karmaşıklığı, sürekli karar verme ihtiyacını beraberinde getirir. Bu da stres, kararsızlık ve pişmanlık duygularını tetikleyebilir.
  • Tatminin Ertelenmesi: Modern dünyada hedeflere ulaşmak genellikle zaman alır ve bu süreç, sabır gerektirir. Anlık tatminin azalması, motivasyon ve tatmin duygusunun azalmasına yol açabilir.
  • Değerlerin Belirsizliği: Modern toplumda, neyin değerli olduğu sürekli değişir ve bu, bireylerin neye odaklanacaklarını bilmede zorlanmalarına neden olur. Bu belirsizlik, hayatın anlamı ve amacı üzerine düşünürken tatminsizlik ve kaygıya yol açabilir.

Bu nedenle, modern hayatın karmaşıklığı ve sürekli değişen hedefleri, bireylerin neyin önemli olduğunu belirlemekte zorlanmalarına ve sonuç olarak mutsuzluk hissetmelerine neden olabilir. Bu durumla başa çıkmak için, basitlik prensiplerini hayatımıza entegre etmeye çalışmak, net hedefler belirlemek ve küçük, somut adımlarla bu hedeflere ulaşmaya odaklanmak faydalı olabilir.

C) Toplumsal Bağlar ve Yalnızlık:

Eski toplumlarda, insanlar sıkı topluluklar içinde yaşama eğilimindeydiler. Bu topluluklar, karşılıklı destek, güvenlik ve aidiyet duygusu sağlayarak bireyler arasındaki bağları güçlendirirdi. İnsanlar birbirlerine ekonomik, duygusal ve sosyal destek sunar, zor zamanlarda bir araya gelir ve mutlulukları paylaşırlardı. Bu, bireylerin sosyal ağlarının ve etkileşimlerinin doğal bir parçasıydı ve yalnızlık hissini önemli ölçüde azaltıyordu.

Modern toplumda ise, bireysellik ve yalnız yaşama eğilimi daha yaygındır. Bu durum, özellikle kentleşme, aile yapısındaki değişiklikler ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle kuvvetlenir. Sosyal medya ve dijital iletişim araçları, yüz yüze etkileşimlerin yerini alırken, gerçek sosyal bağları zayıflatabilir ve yanıltıcı bir bağlantı hissi yaratabilir. Böylelikle bireyler arasındaki derin ve anlamlı ilişkilerin sayısı azalır, sosyal izolasyon ve yalnızlık duyguları artar. 

D)Fiziksel Aktivite:

Geçmişte, insanların günlük yaşamı fiziksel aktivite gerektiriyordu. Tarım, avcılık ve toplayıcılık gibi temel yaşam faaliyetleri, insanları sürekli hareket halinde tutuyordu. Bu düzeydeki fiziksel aktivite, kalp sağlığını, esnekliği ve genel fiziksel dayanıklılığı iyileştirirken, stresi azaltıyor ve daha iyi uyku kalitesi gibi psikolojik faydalar sağlıyordu.

Bununla birlikte, günümüz yaşam biçimi daha hareketsiz bir yapıya bürünmüştür. Birçok kişi, iş veya eğitim nedeniyle uzun saatler boyunca oturarak zaman geçirir. Bu durum, fiziksel sağlık sorunlarına yol açabilir. Aynı zamanda, fiziksel aktivite eksikliği, ruh halinde dalgalanmalara, anksiyete ve depresyon riskinde artışa neden olabilir. Fiziksel hareketsizlik, ayrıca, zihinsel sağlık üzerinde de olumsuz etkilere sahip olabilir, stres yönetimi ve duygusal esneklik üzerindeki olumlu etkilerden mahrum bırakabilir.

Bu bağlamlarda, toplumsal bağların ve fiziksel aktivitenin azalması modern yaşamın getirdiği zorluklar arasında yer alır ve bireylerin mutluluk ve genel iyi oluş düzeylerini önemli ölçüde etkileyebilir. Bu sorunlarla başa çıkmak için, topluluk içinde daha fazla zaman geçirmek, sosyal ilişkileri güçlendirmek ve düzenli fiziksel aktiviteyi yaşam tarzı haline getirmek önemlidir.

Sufizm’de Aşk

Sufizmde Aşk

 “Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir, korka korka atar adımlarını halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği bırak kendini ko gitsin. Akıl kolay kolay yıkılmaz, aşk ise kendini yıpratır, harap eder. Fakat hazineler ve defineler her zaman yıkıntılar arasında olur.”*

Hoş geldin yol arkadaşım.

Aşk olmadan yaşanmış bir ömür, boşunadır, beyhudedir. Yunus dediği gibi, 

“İşitin ey yarenler, ey dostlar. Aşk bir güneşe benzer, Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer, taş gönülde ne biter?” 

Peki ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım yoksa dünyevi mi, yoksa cismani mi? Ayrımlar ayrımları doğurur. Sen aşkı kalbine al gerisi gelir; 

“Aşkı edegör başına tac deme mecazi, aşık olanın gönlüne irfan gelir elbet.”

Sufizmde, aşk bir ayna gibidir; basit bir duygu değil, evrenin kendisini yansıtmasıdır. Bu aşk, bedensel sınırları aşarak, evrenin derinliklerini yansıtır. Sufi yolunda aşk, yalnızca bir duygu olmanın ötesindedir – kişinin kendi iç dünyasından geçerek ilahi olan ile birleşme yolculuğudur. Aşk, bu yolculukta kendini aşma ve dönüşüm aracıdır, sizi kendi sınırlarınızın ötesine taşır.

Bu yolda aşk, sadece bir sevgiliye olan çekimden çok daha fazlasıdır; yaratılışın her katmanına yönelik derin bir sevgidir. Allah’a ulaşmanın yolu, kişisel dönüşümden geçer. Aşk, bu dönüşümü mümkün kılan, kalbin kapılarını açan anahtardır. Aşk ile Sufi, egosunu aşar, daha yüksek bir bilinç düzeyine erişir ve böylece, varoluşun daha derin anlamlarını keşfeder.

Bu nedenle Sufizm’de aşk, bir arayıştır; Allah’a ulaşmanın, O’nu anlamanın ve O’nda kaybolmanın bir yoludur. Daha sonra bu arayış bir adayışa dönüşür. Aşk bizi bireysel sınırlarımızın ötesine taşır ve özümüzdeki ilahi ile bütünleşmemizi sağlar. Aşk ile biz, her şeyin ötesine geçeriz; aşk ile varlığın sırlarına erişiriz.

“Aşk imiş her ne varsa alemde, ilim bir kıylu kal imiş ancak” diyor Fuzuli. (Dünyada her şey aşktan ibaretmiş. İlim sadece bir dedikodu etmekmiş.)

Aşk, sadece hissedilen bir duygu değil, aynı zamanda kişiyi tepeden tırnağa değiştiren bir süreçtir. Aşk yolculuğuna çıkan herkes, istese de istemese de bu değişimi yaşar. Bu değişim, yürekle ve içtenlikle yaşanır; akıl burada sadece bir yol gösterici olabilir. Gerçek aşkı yaşamak için, kılavuz olarak yüreğini seçmeli ve nefsini bilenlerden olmalısın, silenlerden değil.

Sufi yolunda aşk, sabır ve teslimiyetin birleştiği bir deneyimdir. Bu aşk, zorluklara karşı direnç ve sürekli bir içsel arayışla bulunur. Bu yol, bireyi kendi benliğinin ötesine taşıyarak, ilahiye tam bir teslimiyetle bütünleşmeye yönlendirir. Aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır.

Sufizmde, Allah’a duyulan aşk, varlığın merkezinde yer alır ve sıradan bir bağlılık ya da ibadetten çok daha derindir. Bu derin aşk, tam bir teslimiyet, Allah’a yönelme ve O’nla bir olma arzusunu temsil eder. Sufiler için, Allah’a olan bu aşk hayatın en yüksek amacıdır ve bu sevgi, hayatlarını şekillendirip yönlendiren bir güçtür.

Mevlânâ “Yaratıldı yaratılalı göklerin dönüşünü aşk dalgasından bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı” diyor.

Sufilerin bu aşkı yaşamaları, içsel dönüşümler ve aydınlanma deneyimlerine yol açar. Bu mistik deneyimler, sıklıkla şiir, müzik, ney üfleme ve sema gibi sanatsal ifadeler aracılığıyla dile getirilir. Bu sanatsal ifadeler, Sufilerin içsel dünyalarında yaşadıkları derin dönüşümleri ve aydınlanmayı somutlaştırır.

Sufi öğretisinde, insanlar arasındaki sevgi, Allah’a olan sevginin bir tezahürü olarak kabul edilir. Bu sevgi, yargısız, koşulsuz ve sınırsız olmalıdır. Sufilere göre, her insan Allah’ın bir yansımasıdır. Ve şunu da unutmamak gerekir ki, evren zıtlıklar üzerine kuruludur. Şems şöyle der; “Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.”

Sufizmin derinliklerini ve güzelliğini en iyi şekilde yansıtan bir hikaye ile bu anlatımı sonlandırmak istiyorum. Benim en sevdiğim hikayelerden biridir bu;

Bir zamanlar, çölün derinliklerinde, aşkın en saf haliyle dolu bir genç vardı: Mecnun. O, Leyla’sının aşkıyla öylesine tutkulu, öylesine doluydu ki, dünyevi her şey onun için anlamını yitirmişti. Onun gözünde sadece Leyla vardı, onun aşkı, onun varlığı. Bu yüzden, Mecnun çölde, Leyla’sını düşünerek, onun hayaliyle dolanıyordu. Onun aşkı, Mecnun’a öyle bir huzur, öyle bir mutluluk veriyordu ki, çölün sıcağı bile ona serin bir bahar esintisi gibi geliyordu.

Bir gün, bu çölde, namaz kılan bir adama denk geldi ve onun önünden geçti. İnanışa göre namaz kılan kişinin önünde geçilmez, namazı bozulur. Fakat Mecnun, Leyla’sının aşkıyla öylesine dolu olduğu için, bu adamın varlığını bile fark etmedi.

Bu, namazını bozan adam için büyük bir kızgınlık kaynağı oldu. Adam namazını alelacele bitirip, hiddetle Mecnuna seslendi; “Ya kardeşim, koskoca çölde, namaz kılan bir adamın önünden geçecek başka bir yer bulamadın mı? Beni görmedin mi?”

Mecnun’un cevabı ise, içindeki aşkın derinliğini ve saf halini yansıtıyordu: “Kusura bakma. Ben Leyla’nın aşkından seni göremedim; peki sen, Mevla’nın aşkından beni nasıl gördün, hayret?!”

Hoşça kal yol arkadaşım.

Cihanı hiçe satmaktır, adı aşk
Döküp varlığı gitmektir, adı aşk

Elindekş şekeri sevgiliye sunup
Zehiri kendib yutmaktır, adı aşk

Belâ yağmur gibi gökten yağdığında
Bâşını ona tutmaktır, adı aşk

Bu âlem sanki ateşten bir denizdir
Ona kendini atmaktır, adı aşk

Var Eşrefoğlu Rumî bil hakikat
Vücûdu fâni etmektir, adı aşk

  • Eşrefoğlu Rumi

* Elif Şafak’ın Aşk adlı romanından alıntıdır.

Sufizm’de Tefekkür ve Meditasyon

Bugün sizlere Sufizmde tefekkür ve tefekkür meditasyonundan bahsedeceğim.

Sufizm, bir nehir gibidir; akar ve içindeki her şeyi kendi derinliğine çeker. Bu akışta, ‘tefekkür’ bir çeşit dalga gibidir – dalgalar hem suyun yüzeyinde oynar hem de onun derinliklerine var olur. Tefekkür, yüzeysel bir düşünme eylemi değil, zihnin okyanusunda bir dalıştır.

Bu derin dalışta, varoluşun gizemlerine dokunuruz. Her tefekkür anı, hayatın sonsuz anlamını araştırmanın bir yolu, ruhani bir keşif yolculuğudur. Sufi tefekkürü, zihni, kalbi ve ruhu bir arada dans ettiren bir müziğe benzer. Bu müzik, kişisel benliği aşarak, evrensel bir uyum içinde var olma hedefine yöneliktir.

Sufizmde tefekkür, bir deneyimden çok daha fazlasıdır; bir yaşam biçimidir. Bu derin düşünme sanatı, bireyin iç dünyasında sessiz bir devrim yaratır, onu adeta kozmik bir senfoniye katılımcı yapar. Böylece, Sufizm’de tefekkür, bireysel bir arayışın ötesinde, evrensel bir bilinç ve anlayışın melodisini çalmaktadır.

Tefekkür Meditasyonu, Sufi yolu üzerinde, bir çiçek gibi açılan kişisel içgörü ve ruhani bağlantının bir davetidir. Sufiler, bu meditasyonu sessizliğin derin sularında ve içe dönüklüğün gizemli mağaralarında gerçekleştirirler. 

Size özel bir tefekkür meditasyonu örneğini paylaşmak istiyorum. Bu örnekte, meditasyonumuzun merkezinde kalp olacak. Tefekkür meditasyonu, dere kenarında oturmak, kuş seslerini dinlemek ya da yürüyüş yapmak gibi çeşitli yollarla gerçekleştirilebilir. Ancak biz bu sefer, kalbe yönelik bir tefekkür meditasyonuna odaklanacağız.

Meditasyon

Hazırlık: Sufiler, meditasyon için, bir gölün kıyısında hafif bir rüzgarın esintisiyle sakinleşen su yüzeyi gibi huzurlu ve dingin bir yer bulurlar. Bu, bir tekkede ya da bir dere kenarında, ya da huzur veren sessizliğin melodisi eşliğinde olabilir. Neyseki modern dünyamızda böyle sessiz yerleri bulmak giderek zorlaşsa da, teknoloji yardımıyla üretilen yeni kulaklıklarla, dünyadan kopmamamıza yardımcı olabiliyor. Fakat umarım hepimiz için güzel mekanlarda, doğanın kalbinde de meditasyon yapma fırsatı doğar. Hadi devam edelim.

Daha sonra Ellerini, içlerindeki sonsuz evren olan kalplerinin üzerine koyarlar. Evet içimizdeki sonsuz evren olan kalbimiz. Sufilerin tecelligahı ilahi yani Allahın tecelli ettiği yer dediği kalbimiz. Daha sonra gözlerini kapatarak, tüm varlıklarıyla iç dünyalarına ve kalplerinin derinliklerine yönelirler.

Daha sonra nefeslerine odaklanırlar ve nefes alıp verişlerini hep bir zikir takip eder. Nefes alıp verirken, kainatın ritmiyle birlikte Allah’ın isimlerini fısıldarlar. Nefeslerini yavaşlatarak, her solukta Yaradanın sonsuz sevgisini ve varlığını hissederler.

Daha sonra Zihinlerini sessizliğe bırakır, kalplerinin gizemli yollarında bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta, kişisel benliklerinin ötesine geçerek, Yaradanın varlığı ile bütünleşmeye niyet ederler. Beka ve Fena hali. Bir süre sessiz kalırlar.

Bu meditasyon sırasında, Sufiler evrenin her köşesinde Yaradanın var olduğunu derinden hissederler. Büyük Sufi Niyazi Mısri’nin dediği gibi, “İşit Niyazi’nin sözünü, hiçbir nesne örtmez Hakkın yüzünü, Haktan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiş” Yani gönül gözünü açtığında kainatın her köşesinde Allahı zaten hissedersin, sadece o kalp gözünü aç, izin ver açılmasına.

Daha sonra yavaş yavaş tefekkür meditasyonun sonuna gelirler. Kalplerinde taşıdıkları bu kutsal deneyimi günlük yaşamlarına taşırlar.

Sufi geleneğindeki bu meditasyon türü, sadece zihinsel bir jimnastikten çok daha fazlasıdır; bu, kalbin ritimlerini ve ruhun sonsuz derinliklerini keşfetme dansıdır. Sufiler için, sadece gözlerini kapatarak başlayan bir yolculuk değildir tefekkür; kalplerinin derinliklerine ve evrenin gizemli sırlarına doğru bir yolculuğun başlangıcıdır. Her meditasyon seansı, onlar için, Yaradan’nın varlığını hissetme ve evrenin sonsuz bilgeliğine ulaşma yolunda adım adım ilerledikleri manevi bir yolculuktur. Bu yolculukta, her adım, onların iç dünyalarında daha derin bir farkındalık ve anlayış yaratır.

Sufizm’de Hikaye ve Tefekkür

Sufizm’de tefekkür meditasyonu, sadece içsel sessizliğe dalma pratiği değildir; bu uygulama, sözlerin, şiirlerin, müziklerin ve hikayelerin zengin dokusuna da yayılır. 

Bir Sufi ustası, öğrencilerine hikayeler anlatarak onların zihinlerini ve kalplerini aydınlatır. Bu hikayeler, genellikle yaşamın karmaşık gerçekliklerini basit ve etkileyici öğretilere dönüştüren metaforlar ve sembollerle doludur. Öğrenciler, bu hikayeleri dinlerken sadece kulaklarıyla değil, tüm varlıklarıyla dinlerler. Ardından, hikayenin içerdiği derin anlamlar üzerinde düşünmek ve meditasyon yapmak için zaman ayırırlar.

Bu süreçte, öğrenciler, hikayenin yüzeyindeki olayların ötesine geçerek, altında yatan daha derin manevi mesajları keşfederler. Böylece, bu hikayeler sadece akılda kalan güzel sözler değil, aynı zamanda ruhu dönüştüren ve aydınlatan deneyimler haline gelir.

Şimdi, bu öğretici hikayelerden birini seninle paylaşmak istiyorum. Bu hikaye, seni sadece düşündürmekle kalmayacak, aynı zamanda kendi iç dünyanda bir yolculuğa çıkmana vesile olacak. Dinle ve üzerinde tefekkür et; belki de bu hikaye, senin için yeni bir anlayışın kapısını aralayacaktır.

Bir zamanlar, bir Sufi, yalnız başına bir yolculukta, hayatın ritmine kendini bırakmış, yavaşça yürüyordu. Yolun kenarında, aniden hızla geçen bir atlı belirdi. Sufi, bu atlıya seslenerek, kendisini belirli bir şehre götürmesini rica etti. Atlı, bu talebi kabul ederek Sufi’yi atına aldı ve hızla yola koyuldular.

Yol boyunca hızlıca ilerlerken, Sufi’nin içinde bir yorgunluk, bir huzursuzluk belirdi. Atlıya durmasını, kendisinin biraz dinlenmesi gerektiğini söyledi. Atlı, bu talebi şaşkınlıkla karşılasa da durdu ve Sufi’yi dinledi. Sufi, sessizce bir yere oturdu, gözlerini kapadı ve meditasyon yapmaya başladı. Bir süre sonra, içsel huzurunu yeniden kazandığını hissederek, gözlerini açtı ve yolculuğa devam etmeye hazır olduğunu söyledi.

Nihayet varış noktalarına ulaştıklarında, atlı, Sufi’ye yolculuk sırasında neden durduğunu ve meditasyon yaptığını sordu. Sufi, sakin bir gülümsemeyle, “O kadar hızlı gittik ki, ruhumuz geride kaldı. Ben, onun bize yetişmesini bekledim,” dedi.

Hayat bir yarış değil, bir yolculuktur. Varılacak olan yer değil, yolculuğun kendisi güzeldir.

Hoşça kal yol arkadaşım.

İyileşme Sürecinde Algılanan Zamanın Rolü

Algılanan Zamanın Fiziksel İyileşme Üzerindeki Etkisi

Bilim dünyasından son derece ilgi çekici bir araştırma: Harvard Üniversitesi’nden psikologlar Peter Aungle ve Ellen Langer’ın yürüttüğü bir çalışma, algılanan zamanın fiziksel yaraların iyileşmesi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. 2023 yılında yapılan ve Scientific Reports dergisinde yayımlanan bu araştırma, psikolojik süreçlerin fiziksel sağlık üzerindeki etkilerini yeni bir boyutta ele alıyor.

Araştırma, gönüllü katılımcılara hafif yaralar verilerek gerçekleştirildi. Katılımcıların algıladıkları zaman, laboratuvar ortamında değiştirildi: Yavaş Zaman (0.5x gerçek zaman), Normal Zaman (1x gerçek zaman) ve Hızlı Zaman (2x gerçek zaman). Bu üç farklı koşul altında, yaraların iyileşme süreçleri incelendi. İlginç bir şekilde, katılımcılar daha fazla zamanın geçtiğine inandıklarında, yaraların daha hızlı iyileştiği gözlemlendi. Tersine, daha az zaman geçtiğine inandıklarında ise iyileşme süreci daha yavaş işledi.

Daha basitleştirerek anlatmaya çalışırsak: Bir grup bilim insanı bir deney yapıyor. Deneyde, bazı insanlara çok küçük, acısız yaralar yapılıyor. Sonra bu insanlara laboratuvarda farklı zamanlar olduğunu düşündürüyorlar. Örneğin, bir gruba “1 saat geçti” diyorlar ama aslında sadece yarım saat geçmiş. Bu, “Yavaş Zaman” deneyi. Bir başka gruba tam 1 saat geçtiğini söylüyorlar, bu “Normal Zaman”. Son olarak, bir gruba “2 saat geçti” diyorlar ama aslında yine 1 saat geçmiş. Bu da “Hızlı Zaman”.
Sonra bilim insanları, bu farklı zamanlarda insanların yaralarının nasıl iyileştiğine bakıyorlar. İlginç bir şekilde, “2 saat geçti” denilen gruptaki insanların yaraları, aslında 1 saatte iyileşiyor. Ama “yarım saat geçti” denilen grupta, yaraların iyileşmesi daha uzun sürüyor. Yani, insanlar ne kadar çok zaman geçtiğini düşünürlerse, yaraları o kadar hızlı iyileşiyor. Bu deney, insanların düşüncelerinin vücutlarındaki iyileşmeye ne kadar yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Bu bulgular, zihin ve beden arasındaki etkileşimin sağlık üzerindeki etkilerini daha derinlemesine incelemek için yeni kapılar açıyor. Geleneksel olarak, psikolojik faktörlerin fiziksel sağlık üzerindeki etkileri genellikle duygusal durum (örneğin, stres, iltihaplanma ve bağışıklık fonksiyonları) ve davranışlar (örneğin, sağlıklı eylemleri teşvik eden inançlar) üzerinden değerlendirilmiştir. Ancak bu araştırma, bizim bedenlerimiz hakkında sahip olduğumuz soyut inançların da fiziksel sağlığımızı doğrudan şekillendirebileceğini gösteriyor.

Bu çalışma, zihin ve bedenin “birlik” kavramının sağlık üzerine olan etkilerini daha kapsamlı bir şekilde değerlendirmek için güçlü bir argüman sunuyor. Araştırmacılar, psikolojik faktörlerin fiziksel sağlık üzerinde daha geniş bir etki yelpazesi olduğunu öne sürerek, bu alandaki gelecek çalışmalara yeni bir yön veriyorlar.

Bu araştırma, sağlık alanındaki geleneksel yaklaşımları sorgulamamızı ve zihin-beden bağlantısının sağlığımız üzerindeki potansiyel etkilerini daha kapsamlı bir şekilde düşünmemizi sağlıyor. Hem akademik çevrelerde hem de genel sağlık anlayışında bu tür araştırmaların daha fazla yer alması umut verici.

Kaynakça:

  1. “Perceived time has an actual effect on physical healing, study finds” – Harvard University, Scientific Reports (2023).
  2. Peter Aungle et al., “Physical healing as a function of perceived time”, Scientific Reports (2023). DOI: 10.1038/s41598-023-50009

Kalbin Uyanışı Meditasyonu

Bu meditasyon, kalbinizin derinliklerine bir yolculuk yaparak, iç huzuru, sevgi ve şükran hislerini keşfetmenizi amaçlar. Modern dünyanın stres ve hızına bir mola verin ve kendinizi bu sakinleştirici, ruhunuzu besleyen meditasyona bırakın.

🌟 Bu Meditasyon Size Neler Sunuyor?

İç huzurunu ve sakinliğini artırma Sevgi ve şükran hislerini derinleştirme Günlük stres ve kaygıdan uzaklaşma Zihinsel ve duygusal rahatlama

✨ Meditasyon İçeriği

Rahatlatıcı görselleştirme teknikleri Derin nefes alıştırmaları Pozitif olumlamalar ve içsel huzuru artırma yöntemleri Kalbinizle bağlantı kurma pratiği

Kalbin Uyanışı Meditasyonu

Hoş geldin, sevgili yol arkadaşım. Bu özel anı, kendine sadece kendine ayırdığın için seni tebrik etmek etmek istiyorum. Bu meditasyon sürecinde, kalbinin derinliklerine bir yolculuk yapacağız. Şimdi, rahat bir pozisyon al ve gözlerini ister kapatabilirsin, istersen de bir süre açık bir şekilde devam edebilirsin. Bu sakinleşme anında, tüm dış dünya seslerini geride bırakıp, kendine doğru bir yolculuğa çıkacaksın. Derin ve yavaş nefesler alarak, bu anın huzuruna kendini bırak.

Hayalinde, sakin ve huzur dolu bir ormanın içinde olduğunu düşün. Bu orman, doğanın tüm güzelliklerini ve sakinliğini barındırıyor. Ağaçların yapraklarındaki hışırtı, çeşitli kuş sesleri ve hafif rüzgarın melodisi seni sarıyor. Bu ormanda yürümeye başla. Her adımında, ayaklarının altındaki toprağın yumuşaklığını hisset. Bu toprak, senin sağlam duruşunu ve yaşam yolundaki kararlılığını simgeliyor. Her adımınla birlikte, iç huzurun ve sakinliğin artıyor.

Yolculuğuna devam ederken, çevrende büyüyen ağaçları fark et. Bu ağaçlar, yıllar içinde pek çok mevsim değişikliğine tanık olmuş ve hala dimdik ayakta duruyorlar. Onlardan birine yaklaş ve elini kabuğuna koy. Ağacın kabuğunun dokusunu parmaklarında hisset. Bu dokunuş, doğanın sana sunduğu dayanıklılık ve gücün bir yansıması.

Daha sonra, ormanın içindeki bir dereye varıyorsun. Suyun sesini dinle ve suyun akışıyla gelen dinginliği içine çek. Bu su, hayatın akışını ve sürekli değişimini simgeliyor. Derin bir nefes al ve bu dinginlikle kendini bırak.

Artık, kalbine dönme zamanı. Bu an, iç dünyana bir yolculuk yaparak, kalbinin derinliklerinde gizlenmiş olan sevgi, şükran ve nezaket hislerini keşfetme zamanı. Bu duygular, kalbinden yayılan sıcak bir ışık gibi, tüm bedenini sarsın. Her nefesle bu pozitif enerjiyi daha da güçlendir, her hücrene kadar hisset. Bu anlarda, kalbindeki bu duyguları güçlendiren olumlamaları tekrarla:

• “Kalbim sevgiyle dolu ve her geçen gün bu sevgiyi daha çok hissediyorum.”
• “Hayatımdaki her şeye şükran duyuyorum ve bu şükran hissi beni daha da zenginleştiriyor.”
• “Sevgi ve şükran, yaşamımın her anında bana rehberlik ediyor.”
• “Her nefeste kalbimdeki sevgi ve şükranı daha derin hissediyorum.”
• 
Bu duyguların, kalbinden yayılarak tüm bedenini sarmasıyla, kendini daha hafif, daha mutlu ve daha huzurlu hisset. Bu hisler, kalbinden yayılan bir ışık gibi, seni ve etrafındaki dünyayı aydınlatıyor. Sevgi, şükran ve nezaketle dolu bu anlar, sana hayatın en saf ve en güzel yönlerini hatırlatıyor.

Kalbinin bu derin ve güçlü duyguları, hayatının her köşesine yayılsın. Bu olumlamalarla, kalbindeki pozitif enerjiyi ve iç huzurunu her geçen gün daha da güçlendir. Her nefesle, bu olumlamaları tekrarla ve kalbinin derinliklerinden gelen bu güçlü hislerin hayatına nasıl pozitif etkiler bıraktığını hisset.


Bu yolculukta, kendine olan sevgini ve hayata olan şükranını pekiştir. Her nefeste, kalbinin derinliklerinden gelen bu pozitif enerjiyle, kendini daha da hafif ve huzurlu hisset. Bu enerji, seni saran ve koruyan bir kalkan gibi. Bu kalkan, seni negatif düşüncelerden, stresten ve günlük hayatın karmaşasından koruyor.

Şimdi, bu huzurlu ormanda bir çayırlığa varıyorsun. Bu çayırlık, yemyeşil çimenlerle kaplı ve etrafı çiçeklerle dolu. Çimenlerin üzerine otur ve etrafındaki doğanın güzelliklerini seyret. Gökyüzünde süzülen bulutları, çiçeklerin renklerini ve etraftaki hayvanların huzurlu varlığını hisset. Bu anın saf güzelliğine kendini bırak.

Bir süre bu çayırlıkta sessizce otur ve çevrendeki tüm detayları fark et. Etrafındaki çiçeklerin kokularını hisset, rüzgarın yüzünde bıraktığı serinliği ve güneşin sıcaklığını hisset. Kuş seslerini… Bu doğal güzellikler, hayatın basit ama değerli yönlerini hatırlatıyor. Bu basit güzellikler, hayatın karmaşasında bazen unutulsa da, aslında ne kadar önemli ve değerli olduklarını hatırlatıyor.

Daha sonra, gökyüzünde yavaşça batan güneşi izle. Güneşin batışı, gökyüzünde renklerin dans ettiği bir tablo gibi, bir günün sona erişini ve yeniden doğuşun müjdesini simgeliyor. Bu doğa olayı, her bitişin aslında yeni bir başlangıcın habercisi olduğunu hatırlatır. Gökyüzündeki bu renk cümbüşü, hayatın sürekli değişen, ancak her zaman güzelliklerle dolu olduğunu gösterir.

Her günün sonunda, karanlığın içinde bile, yeni bir başlangıç için fırsatlar doludur. Bu düşünceyle, kendine ve hayatına yeni bir bakış açısı kazandır. Güneşin batışını izlerken, şu olumlamaları kendine hatırlat:
• “Her bitiş, yeni bir başlangıcın kapısını açar.”
• “Geçmişin tecrübeleri, geleceğimin bilgeliğine dönüşüyor.”
• “Her gün, hayatımı yeniden şekillendirme fırsatı sunuyor.”
• “Karanlık anlar bile, içimdeki ışığı daha parlak kılar.”
• “Zorluklar karşısında güçlü ve dirençliyim.”
• 
Bu olumlamalarla, güneşin batışının getirdiği huzur ve yenilenme duygusunu daha da derinleştir. Gökyüzünün kızıllığı yavaşça koyulaşırken, kalbindeki umut ve iyimserliğin arttığını hisset. Her gün batımı, hayatındaki döngülerin ve devamlılığın bir hatırlatıcısıdır.
Güneş batarken, kalbinde ve zihninde yankılanan bu olumlamalar, seni yeni bir gün için hazırlar. Bu hazırlık, hem içsel huzuru hem de dış dünyadaki olası zorluklarla başa çıkma gücünü artırır.
Bu anlarda, güneşin batışının güzelliği ve olumlamaların gücüyle, kendini yenilenmiş ve huzurlu hisset. Bu huzur, kalbinin en derin köşelerinden yayılarak, tüm varlığını sarmalar.

Gün batımının ardından, gökyüzünün karanlık perdesi aralanır ve yıldızlar bir bir gökyüzünde parlamaya başlar. Bu yıldızların parıltısını gözlemle ve bu parıltının seni nasıl etkilediğini hisset. Her bir yıldız, uzak olmasına rağmen, kendi özgün ışığıyla sana ulaşıyor ve seni aydınlatıyor. Bu ışık, içindeki umudu, neşeyi ve pozitif enerjiyi arttırdığını hisset. Bu yıldızların parıltısı, seni hem geçmişin güzelliklerine hem de geleceğin parlak umutlarına yönlendirir. Bu parıltı, içindeki pozitif enerjiyi ve yaşama sevincini arttırır. Yıldızların ışığı, zorluklar ve belirsizlikler arasında yolunu aydınlatan bir rehber gibidir.
Bu meditatif yolculukta, her adımınla birlikte kendine ve çevrene daha çok şükretmeyi öğren. Bu şükran hissi, hayatındaki güzellikleri daha net görmene ve onları takdir etmene yardımcı olacak. Yıldızların parıltısına bakarken, şu olumlamaları da kalbin tekrarlasın:


• “Her an, hayatımın güzelliklerine şükretmek için bir fırsattır.”
• “Küçük şeylerde bile büyük mutluluklar bulabilirim.”
• “Şükran, kalbimi bolluk ve bereketle dolduruyor.”
• “Her yıldız, hayatımdaki her bir nimeti temsil ediyor.”
• “Şükran duygusu, beni daha mutlu ve tatmin olmuş bir insan yapıyor.”


Yıldızların parıltısı altında, bu olumlamalar seninle birlikte yankılanır ve içsel huzurunu derinleştirir. Bu huzurlu anlarda, kendini yenilenmiş, güçlü ve umut dolu hissedersin. Gökyüzünün bu sınırsız güzelliği, hayatının da sınırsız potansiyellerle dolu olduğunu hatırlatır.

Şimdi, yavaşça bu derin ve huzurlu dünyadan geriye adım adım dönmeye başlayalım. Bu meditatif yolculuğun sıcak ve nazik dokunuşuyla dolu kalbin, huzurun en saf haliyle çarpmaya devam ediyor. Sevginin, şükranın ve huzurun bu derin hissiyle, yavaşça ve nazikçe gözlerini aç. Gözlerini açtığında, içinde yeni bir enerji, yenilenmiş bir ruh ve sakin bir zihin bulacaksın.

Bu meditasyon yolculuğu, seni her zaman bekleyen bir sığınak, iç huzurunu ve pozitif enerjini besleyen bir kaynak. Burada geçirdiğin zaman, ruhunu yeniden canlandırıyor, zihnini sakinleştiriyor ve kalbini sevgiyle dolduruyor.

Her an, bu huzur dolu yolculuğa dönebilirsin. Bu meditatif deneyim, sana her zaman açık olan bir kapı, her daim ulaşabileceğin bir huzur limanı. Burada, kendini bulabilir, yeniden şarj olabilir ve hayata yenilenmiş bir bakış açısıyla devam edebilirsin.

Bu yolculuğun sonunda, kalbinde taşıdığın huzur, sevgi ve şükranla, hayatının her anını daha anlamlı ve zengin kılacaksın. Bu meditasyonun sunduğu içsel huzur ve pozitiflik, hayatının her köşesine ışık saçacak.

Tekrar görüşmek dileğiyle sevgili yol arkadaşım.


Hakan mengüç ile yaratıcı yazarlık programı

Yaratıcı Yazarlık eğitimi hem yeni başlayan hem de deneyimli yazarları hikaye anlatma sanatında geliştirmek için tasarlanmış kapsamlı bir programdır.

Bu eğitim programı, yaratıcı düşünme ve yazma tekniklerini keşfetmekten, fikir bulma ve karakter geliştirmeye, hikaye yapısından dil ve stil kullanımına kadar bir dizi temel yazarlık becerisini kapsar. Ayrıca, yazarlık sürecinin önemli bir bölümü olan düzenleme ve revizyon tekniklerine de yer verilmektedir.

Eğitim programımızın son bölümünde, eserlerinizi yayımlama ve yazar olarak kendi markanızı oluşturma üzerine değerli bilgiler sunulmaktadır.

Yaratıcı Yazarlık Eğitim Programımız, hikayelerinizi dünyayla paylaşabilmeniz için ihtiyacınız olan araçları ve teknikleri size sağlama hedefindedir. Eğitim boyunca, yazarlık becerilerinizi geliştirecek ve kendi özgün eserlerinizi oluşturmak için gereken güveni kazanacaksınız. Bu yolculukta sizi bekliyoruz!

Programın içeriğini aşağıda bulabilirsiniz.

Yaratıcı Yazarlık Eğitim Programı

Süre: 16 Hafta

Hafta 1-2: Yazarlık ve Yaratıcılık

  • Yazarlık ve yaratıcılık üzerine giriş
  • Yaratıcı düşünme teknikleri
  • Yazarlık motivasyonu ve düzenli yazma alışkanlığı

Hafta 3-4: Fikir Bulma ve Geliştirme

  • Fikir bulma teknikleri
  • İyi bir hikaye fikri nedir?
  • Fikirleri genişletme ve detaylandırma

Hafta 5-6: Karakter Geliştirme

  • Karakter oluşturma
  • Karakter motivasyonları ve hedefleri
  • Karakterler arası ilişkilerin inşa edilmesi

Hafta 7-8: Hikaye Yapısı ve Kahramanın yolculuğu

  • Kahramanın Yolculuğu 
  • Döngüsel hikaye yapısı
  • Hikaye kırılma noktaları ve dönüm noktaları

Hafta 9-10: Anlatım Teknikleri ve Gözlem

  • Birinci, ikinci ve üçüncü kişi bakış açıları
  • Gözlem ve detaylandırma
  • Diyalog yazma teknikleri 

Hafta 11-12: Dili ve Stili Kullanma

  • Özgün bir ses ve dil geliştirme
  • Edebi figürler ve betimleme teknikleri
  • Dili etkin ve amaca uygun kullanma

Hafta 13-14: Düzenleme ve Revizyon

  • Kendi çalışmanıza eleştirel bir gözle bakma
  • Dil, yazım ve noktalama hatalarını düzeltme
  • Hikayeyi geliştirme ve düzenleme teknikleri 

Hafta 15-16: Yayıncılık ve Yayınlanma Süreci

  • Yayıncılara gönderim yapma
  • Kendi kitabınızı yayımlama
  • Yazar olarak kendi markanızı geliştirme