Bugün sizlere Sufizmde tefekkür ve tefekkür meditasyonundan bahsedeceğim.

Sufizm, bir nehir gibidir; akar ve içindeki her şeyi kendi derinliğine çeker. Bu akışta, ‘tefekkür’ bir çeşit dalga gibidir – dalgalar hem suyun yüzeyinde oynar hem de onun derinliklerine var olur. Tefekkür, yüzeysel bir düşünme eylemi değil, zihnin okyanusunda bir dalıştır.

Bu derin dalışta, varoluşun gizemlerine dokunuruz. Her tefekkür anı, hayatın sonsuz anlamını araştırmanın bir yolu, ruhani bir keşif yolculuğudur. Sufi tefekkürü, zihni, kalbi ve ruhu bir arada dans ettiren bir müziğe benzer. Bu müzik, kişisel benliği aşarak, evrensel bir uyum içinde var olma hedefine yöneliktir.

Sufizmde tefekkür, bir deneyimden çok daha fazlasıdır; bir yaşam biçimidir. Bu derin düşünme sanatı, bireyin iç dünyasında sessiz bir devrim yaratır, onu adeta kozmik bir senfoniye katılımcı yapar. Böylece, Sufizm’de tefekkür, bireysel bir arayışın ötesinde, evrensel bir bilinç ve anlayışın melodisini çalmaktadır.

Tefekkür Meditasyonu, Sufi yolu üzerinde, bir çiçek gibi açılan kişisel içgörü ve ruhani bağlantının bir davetidir. Sufiler, bu meditasyonu sessizliğin derin sularında ve içe dönüklüğün gizemli mağaralarında gerçekleştirirler. 

Size özel bir tefekkür meditasyonu örneğini paylaşmak istiyorum. Bu örnekte, meditasyonumuzun merkezinde kalp olacak. Tefekkür meditasyonu, dere kenarında oturmak, kuş seslerini dinlemek ya da yürüyüş yapmak gibi çeşitli yollarla gerçekleştirilebilir. Ancak biz bu sefer, kalbe yönelik bir tefekkür meditasyonuna odaklanacağız.

Meditasyon

Hazırlık: Sufiler, meditasyon için, bir gölün kıyısında hafif bir rüzgarın esintisiyle sakinleşen su yüzeyi gibi huzurlu ve dingin bir yer bulurlar. Bu, bir tekkede ya da bir dere kenarında, ya da huzur veren sessizliğin melodisi eşliğinde olabilir. Neyseki modern dünyamızda böyle sessiz yerleri bulmak giderek zorlaşsa da, teknoloji yardımıyla üretilen yeni kulaklıklarla, dünyadan kopmamamıza yardımcı olabiliyor. Fakat umarım hepimiz için güzel mekanlarda, doğanın kalbinde de meditasyon yapma fırsatı doğar. Hadi devam edelim.

Daha sonra Ellerini, içlerindeki sonsuz evren olan kalplerinin üzerine koyarlar. Evet içimizdeki sonsuz evren olan kalbimiz. Sufilerin tecelligahı ilahi yani Allahın tecelli ettiği yer dediği kalbimiz. Daha sonra gözlerini kapatarak, tüm varlıklarıyla iç dünyalarına ve kalplerinin derinliklerine yönelirler.

Daha sonra nefeslerine odaklanırlar ve nefes alıp verişlerini hep bir zikir takip eder. Nefes alıp verirken, kainatın ritmiyle birlikte Allah’ın isimlerini fısıldarlar. Nefeslerini yavaşlatarak, her solukta Yaradanın sonsuz sevgisini ve varlığını hissederler.

Daha sonra Zihinlerini sessizliğe bırakır, kalplerinin gizemli yollarında bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta, kişisel benliklerinin ötesine geçerek, Yaradanın varlığı ile bütünleşmeye niyet ederler. Beka ve Fena hali. Bir süre sessiz kalırlar.

Bu meditasyon sırasında, Sufiler evrenin her köşesinde Yaradanın var olduğunu derinden hissederler. Büyük Sufi Niyazi Mısri’nin dediği gibi, “İşit Niyazi’nin sözünü, hiçbir nesne örtmez Hakkın yüzünü, Haktan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiş” Yani gönül gözünü açtığında kainatın her köşesinde Allahı zaten hissedersin, sadece o kalp gözünü aç, izin ver açılmasına.

Daha sonra yavaş yavaş tefekkür meditasyonun sonuna gelirler. Kalplerinde taşıdıkları bu kutsal deneyimi günlük yaşamlarına taşırlar.

Sufi geleneğindeki bu meditasyon türü, sadece zihinsel bir jimnastikten çok daha fazlasıdır; bu, kalbin ritimlerini ve ruhun sonsuz derinliklerini keşfetme dansıdır. Sufiler için, sadece gözlerini kapatarak başlayan bir yolculuk değildir tefekkür; kalplerinin derinliklerine ve evrenin gizemli sırlarına doğru bir yolculuğun başlangıcıdır. Her meditasyon seansı, onlar için, Yaradan’nın varlığını hissetme ve evrenin sonsuz bilgeliğine ulaşma yolunda adım adım ilerledikleri manevi bir yolculuktur. Bu yolculukta, her adım, onların iç dünyalarında daha derin bir farkındalık ve anlayış yaratır.

Sufizm’de Hikaye ve Tefekkür

Sufizm’de tefekkür meditasyonu, sadece içsel sessizliğe dalma pratiği değildir; bu uygulama, sözlerin, şiirlerin, müziklerin ve hikayelerin zengin dokusuna da yayılır. 

Bir Sufi ustası, öğrencilerine hikayeler anlatarak onların zihinlerini ve kalplerini aydınlatır. Bu hikayeler, genellikle yaşamın karmaşık gerçekliklerini basit ve etkileyici öğretilere dönüştüren metaforlar ve sembollerle doludur. Öğrenciler, bu hikayeleri dinlerken sadece kulaklarıyla değil, tüm varlıklarıyla dinlerler. Ardından, hikayenin içerdiği derin anlamlar üzerinde düşünmek ve meditasyon yapmak için zaman ayırırlar.

Bu süreçte, öğrenciler, hikayenin yüzeyindeki olayların ötesine geçerek, altında yatan daha derin manevi mesajları keşfederler. Böylece, bu hikayeler sadece akılda kalan güzel sözler değil, aynı zamanda ruhu dönüştüren ve aydınlatan deneyimler haline gelir.

Şimdi, bu öğretici hikayelerden birini seninle paylaşmak istiyorum. Bu hikaye, seni sadece düşündürmekle kalmayacak, aynı zamanda kendi iç dünyanda bir yolculuğa çıkmana vesile olacak. Dinle ve üzerinde tefekkür et; belki de bu hikaye, senin için yeni bir anlayışın kapısını aralayacaktır.

Bir zamanlar, bir Sufi, yalnız başına bir yolculukta, hayatın ritmine kendini bırakmış, yavaşça yürüyordu. Yolun kenarında, aniden hızla geçen bir atlı belirdi. Sufi, bu atlıya seslenerek, kendisini belirli bir şehre götürmesini rica etti. Atlı, bu talebi kabul ederek Sufi’yi atına aldı ve hızla yola koyuldular.

Yol boyunca hızlıca ilerlerken, Sufi’nin içinde bir yorgunluk, bir huzursuzluk belirdi. Atlıya durmasını, kendisinin biraz dinlenmesi gerektiğini söyledi. Atlı, bu talebi şaşkınlıkla karşılasa da durdu ve Sufi’yi dinledi. Sufi, sessizce bir yere oturdu, gözlerini kapadı ve meditasyon yapmaya başladı. Bir süre sonra, içsel huzurunu yeniden kazandığını hissederek, gözlerini açtı ve yolculuğa devam etmeye hazır olduğunu söyledi.

Nihayet varış noktalarına ulaştıklarında, atlı, Sufi’ye yolculuk sırasında neden durduğunu ve meditasyon yaptığını sordu. Sufi, sakin bir gülümsemeyle, “O kadar hızlı gittik ki, ruhumuz geride kaldı. Ben, onun bize yetişmesini bekledim,” dedi.

Hayat bir yarış değil, bir yolculuktur. Varılacak olan yer değil, yolculuğun kendisi güzeldir.

Hoşça kal yol arkadaşım.