Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Ney’in Sır Hikayesi

Mevleviler ney’e sır taşıyıcısı derler. Bu sır taşıyıcılığı metaforu yüzyıllardır beri bir hikayeyle dilden dile dolaşmaktadır. İlk olarak 1200’li yıllarda yaşamış Sufi Ferîdüddin Attâr’ın kitabında bu hikayeye rastlanır, hikaye genel olarak şöyledir:

“Hazreti Muhammed, kendi tekâmülünün üst noktası olan miraç hadisesinden sonra birçok sırra nail olur. Bir gün bu sır­lar üzerine tefekkür ederken, Hazreti Ali girer içeriye. ‘Efendim sizi çok düşünceli görüyorum, acaba bir sorununuz mu var?’ diye sorar. Hazreti Muhammed ‘Yoktur ya Ali. Bana verilen sırları düşünüyorum.’ der.  Hazreti Ali bu açıklamadan çok et­kilenmiştir. ‘

Küçücük bir kısmına bile olsa bu sırlara benim de vâkıf olmam mümkün müdür?’ diye sorar Hazreti Ali. 

“Kaldıramazsın ya Ali” der Hazreti Peygamber. Fakat Hazre­ti Ali’nin gözlerindeki isteği görünce, yanıma oturmasını işaret eder ve başlar anlatmaya.

Hazreti Ali, işittiği şeylerden sonra içinde yoğun bir aşkınlık dalgalanır. Yerinde duramaz gibi olur. Dışarı çıkmak için Hazreti Peygamber’den müsaade ister. Öylesine yüklenmiştir ki yüreği, haykırmak gelir içinden. Mekke sokaklarında dolaşıp herkese duyurmak ister bu sırları. Ancak o zaman rahatlayabilecektir içi. Lâkin bunu yapamaz. Adı üzerinde, yüküne talip olduğu şey sırdır. Herkese açık değildir. Sorumlulukları vardır. 

Peki içindeki bu taşkın seli ne yapacaktır şimdi? Nereye akıtabilecektir yükünü? Derken aklına bir fikir gelir, Mekke’nin dışına çıkar ve kör bir kuyu bulur. Kuyuya bağıra bağıra anlatır içindekileri. So­nunda sakinleşip rahatlar. 

Hazreti Ali içindekileri olduğu gibi dökmüştür kör kuyuya. Ne var ki yük bu kez kör kuyuya da tesir etmiştir. Kör kuyu, al­dığı sırlarla gürüldemeye başlar. İçi kaynıyor gibidir. Sonra aşka gelerek suyla dolmaya başlar. Sular yükselir, yükselir ve taşar. Öyle bir taşar ki etraftaki kamışlıklar bile bolca beslenir. 

Böylece kuyunun taşıdığı sırlar, kamışlığa sirayet eder. Kuyu rahatla­mıştır ama sırların yükü artık kamışların içindedir.

Bir gün bir bahar günü boyunlarıyla kuyunun yanından ge­çen bir çoban, kamışların gövdesine rüzgâr değdikçe ne kadar içli ve hoş nağmeler çıkardığını fark eder. Hemen bir kamış alır eline. Onu kurutup bekletir. Gövdesinde delikler açar ve üfle­meye başlar.

Bir gün Hazreti Muhammed, Hazreti Ali’yle kırlarda gezer­ken çobanın üflediği kamışın sesini işitir. Hazreti Muhammed bir an durup Hazreti Ali’ye bakar ve ‘Sen benim sırlarımı baş­kasına mı anlattın Ali?’ der. Hazreti Ali durumu anlatır. Kör bir kuyuya gidip içini boşalttığını söyler. Sonrasında neler oldu­ğunu anlayan Hazreti Muhammed, çobanın neye üflediği yöne doğru bakar ve “Bu kamış parçası kıyamete kadar benim sırla­rımı anlatacak ama yalnız kalbi açık olanlar bu sırları anlayabi­lecek” der. “İşte bu yüzden sufiler neye, sır taşıyıcısı derler.”

Kaynak: Hakan Mengüç – Ben Ney’im kitabı