Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Kategori: Kıssadan Hisse (page 11 of 22)

Osmanlıca’yı Anlamak

Osmanlıca Türkçe’dir.

Osmanlıca diye farklı olduğunu düşündüğümüz dil aslında Türkçe’dir.

Bugün nasıl; ‘Hayat nasıl gidiyor? İyi misin?’ diye hatır sorma cümleleri kullanıyorsak, 200-300 yıl önce de benzer cümleler söyleniyordu. Sadece yazılış biçimi farklıydı.

Osmanlıca denince aklımıza başka bir dil geliyor, bu yüzden literatürde Osmanlı Türkçe‘si deniyor. Bu bile yanlış yönlendirme yapıyor, bence en doğru tanım ‘Eski Türkçe’. En azından başka bir dil diye algılanmıyor ya da diğerleri kadar yanlış yönlendirmiyor.

Bugünkü Türkçe ile Eski Türkçe (Osmanlı Türkçe’si) arasındaki tek fark yazılış biçimi, eskiden Arap ve Fars alfabesine benzeyen Osmanlı alfabesi ile yazıyorduk, şimdi de latin alfabesi ile yazıyoruz.

Eğlenceli olması açısından birkaç caps ekledim, bu capslerde yazan her şey Türkçe’dir. Görünüş itibari ile Arapça’ya benzese de Arapça bilen biri eğer Türkçe bilmiyorsa bunu okuyamaz. Aşağıda şu yazıyor; (Penguen) Uçamıyorum. (Yoldan geçen adam) Hadi lan.

Neden Arapça bilen okuyamaz, mesela Arapça’da ‘Ç’ harfi yoktur. O yüzden o harf anlamsız gelecektir. Ayrıca ‘P’, ‘J’, ‘G’ harfleri de Arapça’da yoktur.

ucamiyorumhadilan

 

Aşağıdaki capste şu yazıyor: Şirin abla Ferhad abi bunu gönderdi, ‘O anlar’ dedi.

sirinablaferhatabibunugonderdioanlardedi

 

Aşağıdaki capste; (1. deve) Atlayalım mı? (2.deve) Yok deve

atlayayimmiyokdeve

 

Dilin Evrimi Kaçınılmazdır

Osmanlı Devleti zamanında kullanılan kelimelerin tabii ki birçoğu şu an kullanılmıyor, fakat 100 sene sonra da bugün kullandığımız birçok kelimeyi kullanmayacağız. Bu dilin evrimidir. Sıradan bir İngiliz de, Shakespeare’in kullandığı kelimelerin birçoğunu anlamayabilir.

Sonuç Olarak

Osmanlıca Arapça veya Farsça değildir, başka bir değildir, öz ve öz Türkçe’dir. En doğru kullanımı bana göre Osmanlı Türkçe’si değil, eski Türkçe’dir.

Bu sabah iki tane hediye açtın mı?

sukretmek_hakan_menguc

 

Her sabah iki tane hediye açarız, bunlar gözlerimizdir.

Kimler zengin diye sorarım seminerlerimde, bir iki kişinin eli kalkar sadece.

Sonra seyircilerin arasına inip, ‘Kulağını 10 bin liraya satar mısın?’ derim, ‘Hayır’ der.

Peki 100 bin liraya? 1 milyona? ya da kolunu satar mısın? Gözlerini?

Ne kadar zengin olduğunu hatırla, farket.

Bunları zaten biliyorum deme,

Hatırla, tekrar et, her gün şükrettiğini tekrarla.

Böylece ‘şükür bilinci’ oluşsun, ‘tatminkarlık’ bilinçaltının en derinlerine işlesin.

Bir basketçi, potaya bir kere topu attığında, nasıl atılacağını öğrenmiştir ama o sürecin bilinçaltına işlemesi için yüzbinlerce atış yapması gerekir.

Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, tesistir.

En güzelinin değil, en hayırlısının olması dileğiyle, hoşçakal.

 

Huzur istiyorsan teslim ol

ruzgar

Fırtına koca bir ağacı devirir ama küçük bir çocuğun iki parmağı ile koparabileceği bir ota zarar veremez.

Çünkü ağaç fırtınaya direnir ama ot fırtınaya eğilir ve teslim olur.

Sert ve katı olanlar kırılır, yumuşak ve teslimiyetçi olanlar hayatta kalır.

Doğduğunda yumuşak ve esnektik bedenimiz,  ölürken ise sert ve katı.

Bu yüzden yumuşak, esnek ve teslimiyetçi olmak YAŞAMDIR.

Sert ve katı olmak ise ÖLÜM.

Kendini yüce güce teslim et, bırak akışa kendini, neyin daha hayırlı olacağını bugünden bilemezsin.

Merak etme en kötü ihtimalle yolun sonunda karamsar haklı çıksa bile iyimserlerin yolculuğu daha mutlu, daha huzurlu ve daha eğlenceli geçmiş olacak.

En iyisinin değil, en hayırlısının olması dileğiyle,

Hoşçakal.

(24 Haziran 2015 – 21.10)

 

İbnül Arabi ve Yaratılış

ibnülarabiİslam Tasavvufu 13. yüzyılda Anadolu Selçukluları döneminde doruk noktasına ulaşmıştır. Konya tasavvufun çekim noktası, cazibe merkezi olmuştur.

Konya’da Tasavvufun mimarları olarak, Hz. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veledi, Hz. Mevlana‘yı, Şihabbeddin Suhreverdi‘yi, Şemsi Tebrizi’yi, Muhyiddin İbn Arabi‘yi ve Sadreddin Konevi‘yi sayabiliriz.

Muhyiddin İbn Arabi’nin, günümüzde Mevlana ve Şems’in şöhretinin biraz gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. Oysa ki  Tasavvuf’un temel kaynakları olan ve otuz sekiz yıllık bir maneviyat yolculuğu sonucunda yazdığı ”el-Futuhatül-Mekkiye”, ”Fususu’l-Hikem” adlı iki eseri İslam tarihi açısından büyük bir mirastır. Bu kitap dışında 21 eseri daha olsa da, temel görüşlerini ‘el-Futuhatül-Mekkiye”, ”Fususu’l-Hikem” kitaplarında topladığı söylenir.

İbn Arabi’nin Yaratılış Hakkındaki Görüşleri

Yaratılma, İbn Arabi’nin tasavvurunda bir ”zuhur”dur. Yoktan var edilme değildir. Belki bir ”üfleme”dir. İbn Arabi yaratılma düşüncesini şu şekilde dile getirmiştir:

‘Allah, sayıya sığmayan güzel isimlerinin a’yan-ı Sabite (varlıkların Allah yanındaki suretleri) alemindeki suretlerini görmek istedi.

Bir şeyin kendi benliğini kendi nefsiyle görmesi, o şeyin, ayna gibi başka bir şeyde kendi nefsini seyretmesine benzemez. Çünkü kendisine bakılan mahallin verdiği surette, bakanın kendi nefsi görünür.” (İbnü’l Arabi, ‘Fususu’l-Hikem, s.3)

İbnü’l-Arabiye göre Hak-Halk veya Allah-Alem arasındaki ilişki çok önemlidir. İbnü’l-Arabi’ye göre Hak, varlığın ruhu, alem de onun zahir suretidir.

”Biz onu hiçbir vasıf ile nitelemedik ki, o vasıf biz olmayalım.” (Fususu’l-Hikem Okumaları, s.52.)

Said-i Nursi de İşârâtü’l-İ’câz adlı kitabında Muhyiddin-i Arabi’nin ”yaratılış” düşüncesinden şöyle bahseder;

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, ?????? ??????? ?????????? ?????????? ????????? ??????????????  (?Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım? Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesire, s. 125; Ali el-Kàrî, el-Esrârü’l-Merfûa’, s. 273). hadîs-i şerifinin beyanında, “Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim” demiştir.?

Netice olarak, İbn Arabi insanın yaratılma gayesinin Allah’ı bilmek, güzelliklerini tanımak ve ona ulaşmak olduğuna inanır.

 

Kaynaklar;

1- İbnü’l Arabi, ‘Fususu’l-Hikem, s.3

2- Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesire, s. 125

3- Mevlana ve Sufizm – Prof. Dr. Mehmet Aydın

 

 

Twitter, Instagram ve Facebook Hakkında

Sosyal Medya

Web  üzerinde iş kuran/kurmayı düşünen veya kendini geliştirmeye çalışanlara kendi deneyimlerim sonucunda vardığım öngörüleri paylaşmak istiyorum.

İnternet’i bir şehir gibi düşünün, örneğin bu şehir İstanbul olsun. Fakat çok gelişmiş olmasın. Bu şehrin sadece bir tane AVM’si olsun. 15-20 tane de kafesi var diyelim.

Facebook bu şehrin AVM’sidir. İçinde her şey bulunur. Videolar, fotoğraflar, yazılar, özlü sözler, tanıdıklarınızın özel bilgileri, fotoları, videoları, oyunlar vb. Yani aynı AVM mantığı.

Twitter bu şehrin bir zamanlar popüler olan ama şimdilerde sadece belli bir kesimin takıldığı kafesi olsun. Mesela Bebek’teki Luca kafe gibi.

Instagram ise şu an bu şehrin en popüler kafesi ama Twitter gibi çok elit değil, herkesin Facebook (AVM) kitlesinin de geldiği bir kafe. Instagram’ı da Starbucks’a benzetebiliriz.

Tumblr, Flicker, Picassa, Wattpad, Weheartit gibi siteler de sadece belli kesimlerin bildiği kafeler gibidir. Müdavimleri vardır ama herkes bilmez o kafeleri.

GELECEKTE OLACAKLAR

Facebook

Facebook gibi bir sitenin kurulması, kitle toplaması, kendini kabul ettirmesi çok zor olduğundan daha uzuuun yıllar şehrin tek AVM’si Facebook olacak, bu yüzden yatırımlarınızı Facebook üzerine yoğunlaştırın. Facebook’un zeki ekibi Facebook’u sürekli güncellediği için de, rakip çıkması epey zor.

Twitter

Gelecek de Twitter kullanımı daha da düşecek ve sadece haberlerin takip edildiği ve haber takip eden bir kitlenin kullandığı bir uygulama olacak.

Instagram

Popülerliği bir iki yıl daha devam edecek ve sonra düşmeye başlayacak. Hatta şu an zirvesine vardı ve hafif hafif düşmeler başlayacak ama bu düşüş 2 yılı alacak. (Düşüşün sebebi algoritma kullanmaması)

Bildiğiniz gibi Instagram’ı Facebook satın aldı, isterse bu düşüşü engelleyebilir. Mesela Facebook’taki ‘etkileşim alan daha çok gösterilir’ algoritmasını kullanabilir, bu sefer de Instagram Facebook’a benzemeye başlar ki, bunu isteyeceklerini sanmıyorum.

Facebook ekibini çok yaratıcı bulduğumdan, Instagram için şaşırtıcı bir yenilik bekliyorum.

 

Güçlüysen kimse sana iyi misin diye sormaz.

Güçlüysen kimse sana iyi misin diye sormaz.

Hayat sana güçlü olman gerektiğini öğretmiştir ve sen de hayatın sözünü dinleyip öğrenmişsindir güçlü olmayı, güçlü görünmeyi, güçlü olduğunu hissettirmeyi…

Ama kimse hayattan daha güçlü olamadığı için sen de güçsüz olursun çoğu zaman ve kimse de sana gelip iyi misin diye sormaz.

İşte tam bu noktada dostları olmalı insanın.

Sustuklarını duyabilmeli, yüz ifadelerini, ruh halini okuyabilmeli.

Böyle dostların varsa, büyük bir servete sahipsindir.

 

Oktay Sinanoğlu Kimdir?

oktaysinanoglu27 Yaşında Yale Üniversitesinde Profesörlük ünvanını kazanan en genç kişi olan, en prestijli üniversitelerden biri olan Massachusetts Institute of Technology?yi (MIT) 8 ayda bitiren, iyi derecede İngilizce bilmesine rağmen tüm konferanslarında sunumunu Türkçe yapıp Türklüğünden taviz vermeyen, bilim dünyasında ismi tüm dünyada şöhretle anılan ama maalesef ki ülkemizde değeri yeterince bilinmeyen, “Türk Einstein”ı olarak adlandırılana Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu kaybettik.

Ben de zamanında konferansına katılmış ve çok faydalanmıştım.

Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Büyük bir değerimizi kaybettik.

Oktay Sinanoğlu kimdir?

Oktay Sinanoğlu babasının Türkiye Başkonsolosluğunda görev yapmakta olduğu Bari’de doğdu. Oktay Sinanoğlu  ve ailesi 1939 yılında İtalya’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye’ye döndü.
Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi’ne burslu öğrenci olarak girdi ve 1953 yılında bu okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
1957’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. “Alfred Sloan” ödülünü aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960’ta Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-1961 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile “Doçent” oldu. 1963’te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973’de Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”nü ilk kazanan kişi oldu. 1975’de Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980’li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988’de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993’te Yale Üniversitesi’ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye’de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe’nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir
Yaşamı boyunca Kuantum mekaniği’ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniği”nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü.Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
19 Nisan 2015 tarihinde hayatını kaybetti.
Ünlü sanatçı Esin Afşar’ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) ? Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
Solvophobic Theory (1964) ? Çözgeniter kuramı
Network Theory (1974) ? Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
Microthermodynamics (1981) ? Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) ? Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.
Kitapları
Göçmen Hamamı
2050’ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi
İlerisi için (ISBN 9944090611,
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası
Büyük Uyanış
Hedef Türkiye
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin
Yeni Bilim Ufukları I
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü
Akademik kitapları
Modern Quantum Chemistry : Istanbul Lectures (Academic Press,1965)
Sigma Molecular Orbital Theory (Yale Press,1970)
Three Approaches to Electron Correlation in Atoms and Molecules (with K.Brueckner,Yale Press,1971)
New Directions in Atomic Physics (with E.Condon,Yale Press,1971)

Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık

Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık,

onlar müsait bir yerde indiler.

O kadar zaman vakit geçirdikleri insanı değil, başkalarını dinlediler.

Soru sormaya bile gerek görmediler.

Onlar haklı oldu biz suçlu,

Yine de söylüyorum,

Siz mutlu olun da, biz suçlu olmaya razıyız….

Çünkü siz gitseniz bile,

biz sizi hala seviyoruz.

Hakan Mengüç’e Üniversiteden Ödül

Hakan Mengüç’e Bozok Üniversitesi Gençlik Kulübünün oylaması sonucu ‘En iyi Yazar’ ve ‘En beğenilen konuşmacı’ ödülleri verildi.
Üniversite adına plaketi Prof. Dr. Şaban Güçlü verirken, İletişim kulübü adına ödülü Bozok Üniversitesi Genel Sekreteri Erol Sorucu verdi.

Hakan Mengüç’ten not;
Bu ödüle layık çok değerli insanlar var olmasına rağmen beni seçmiş olmaları, uzun yazarlık ve konuşmacı yolculuğumda benim için güçlü bir motivasyon oldu. Daha çok yolum var, tüm bizi çok güzel bir şekilde ağırlayan tüm üniversite yönetimine ve seminere katılan 700 güzel insana teşekkürler.

Hakan Menguc odul aldi mi?

Bir Kadını Anlamak

nazlıcan ile ilgili yazı

Hala çıkıp kadın tahrik ediyor diyenler var. Yahu bu ülkede damacanaya tecavüz eden var, damacana da mı tahrik ediyordu? Peki bu resimdeki tahrik unsuru ne?

Kadınlara nasıl giyineceklerini değil, erkeklere nasıl davranacaklarını öğretmek gerekiyor.

Bu ülkede karanlıkta kadının arkasından yürürken, tedirgin olmasın diye karşı kaldırıma geçen erkekler de var. İşte erkekler böyle olmalı, kadını anlamalı, hissetmeli, kardeşi gibi görmeli?

Erkekler olarak bir kadın olmanın ne olduğunu tekrar düşünelim, çünkü;

Biz bilmeyiz hava karardı diye, kendi sokağında bile korkarak yürümenin ne olduğunu?
Biz bilmeyiz, sırf gece sokakta yürümemek için bir duraklık yerlere bile otobüsle giden kadınların hissettiğini?
Biz bilmeyiz otobüsteki tek kadının yaşadığı endişeyi? Herhangi bir yerde laf atıldığında duymazlıktan geliyormuş gibi yapan ya da atılan lafları duymamak için kulaklıkla son ses müzik dinleyen kadınları?
Biz bilmeyiz tecavüze uğrayan, bıçaklanan, öldürülen bir kadının haberini okurken başka bir kadının yaşadığı korkuyu?

?Kadın rahmine koca bir dünyayı sığdırdı, siz dünyaya bir kadını sığdıramadınız.?

Maalesef bu utanç hepimizin. İlk önce çocuklarımız eğitmeliyiz zira iyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir. Hem ailesi için, hem ülkesi için hem de tüm insanlık için…

Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum.

Bir insana güvendiğinizde, iki sonuçtan birini elde edersiniz, ya yaşam boyu bir dost, ya yaşam boyu bir ders

Güvenmek

İnsan aciz bir varlıktır. Hayatını tek başına idame ettiremez. Yalnızlığını paylaşacak, yükünü hafifletecek birine ihtiyaç duyar. Bir yaşa kadar yükümüzü ailemiz taşır. Hayatımız karmaşık bir hal almaya başlayınca dostlarımız girer devreye. Vakti gelince de eşimize yükleriz sırtımızdakileri… Sonuç olarak hayatın her evresinde zorlandığımız zaman tutunacak bir dalımız mevcuttur. İlla ki birilerini buluruz. Çünkü insan birine güvenme, hayatını paylaşıp yükünü hafifletme eğilimindedir. Mühim olan doğru kişiye güvenmek, yükü kaldırabilecek olana yüklemektir.
Ben bu yaşıma kadar dostluğa, arkadaşlığa çok önem veren biri oldum. Dostlarımın güvenine layık olmaya çalıştım. Hiçbir zaman dostlarımın yükünü taşımaktan kaçmadım. Her zaman onlarla sevinip onlarla üzüldüm. Bundan mıdır bilmem, bana hayatımın en büyük üzüntüsünü yaşatan da bir dostum oldu…
İnsanı en çok korkutan şey sevdiklerinden yara almasıdır. En derin yaraları en sevilenler açar. Savunmasızsındır bir kere. Çünkü hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir yerden alırsın darbeyi. Canın yanar, bağırırsın. Sesini duysun, yanına gelip açtığı yarayı sarsın istersin. Gelmediğini görünce kızarsın, hırslanırsın. Gurur da karışınca işin içine Necip edasıyla haykırırsın: “Geçti istemem gelmeni/ Yokluğunda buldum seni/ Bırak vehmimde gölgeni/ Gelme artık neye yarar ” Necip’in kalbinden dökülen bu dizeler senin ancak dilinden dökülebilir. Çünkü dilin bu dizeleri haykırırken kalbin “Gel…” diye fısıldar. Birbirine gönülden bağlı olanlar bilir ki bazen “fısıltı, çığlıklar…”
Duymadı dostum… Ne çığlığımı ne de fısıltımı… Vaktiyle ona hak etmediği kadar çok güvendiğim için pişman değilim. İçimde bir yerlerde ona hala “dostum” diyorum. Çünkü çok önemli bir şey öğretti bana. Şu hayatta şüphe duymadan, korkmadan güveneceğim iki varlığın farkına varmamı sağladı: Biri aynaya baktığımda gördüğüm, diğeri yukarı baktığımda göremediğim…

Teşekkürler Özge Güler