Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Kategori: Kıssadan Hisse (page 17 of 22)

Bir Müziğin Hissettirdikleri

(Albinoni’nin Adagio’sunu dinlerken aşağıdaki kelimeler döküldü… ve paylaştım.)

 

Gitme vakti gelmişti.

Ama daha pek çok güzel şeyi yaşamamıştık bile.

Fakat dünya o kadar da adil değildir. Ya da biz mi korkağız bilemiyorum?

Keşke yeni biri ile tanıştığımızda geçmişimizi de taşımasak yanımızda.

Her şey o zaman daha güzel olur.

Herkes doğasını anlayabilse ve kendini teslim edebilse? ve yapması gerekeni yapsa.

Fakat sosyal varlıklarız aynı zamanda. Başkaları ne der?

Onaylanma ihtiyacımız atacağımız adımlarda ‘başkalarının düşüncelerini’ çok önemsememizi sağlar.

Belki de karşındaki insanı o kadar sevmiyorsundur. Belki kendine aşıksındır.

Çünkü gerçekten sevdiğinde insan, korkusuz bir komutan gibi gemilerini yakabilir.

Eğer yakmaktan korkuyorsan gemilerini ve savaşa giderken hala geri dönmeyi düşünüyorsan ‘yenilgiye’ merhaba de.

Sen de haklısın, o kadar emek verdiğin gemileri yakmak kolay değil. Ama bir şeyleri kazanmak için bir şeyleri kaybetmeyi göze almadıkça, hayat sana istediğini vermez.

İsteğinin, duanın samimiyetini böyle sınar hayat.

Ve sen gerçekten kendini teslim ettiğinde, istediklerini verir sana.

Ama nafile artık tüm konuşmalar şimdi.

Çünkü gitme vakti geldi.

Belki bir sonraki dokunacağım hayat için hatırlamalıyım bunları.

Ve ne zaman olur bilmiyorum.

Şimdilik hoşçakal.

.

Aşk Acısının Yararları


Aşk acı verir, çünkü isteseniz de istemeseniz de aşk değişime yol açar. Ve değişim acılı, sancılı bir süreçtir.

Değişim bilinmezliktir, belirsizdir. Biz bilinmezlikten korkarız.

Değişim geçmişi geride bırakmak demektir. Oysa ki bilinçaltımız geçmiş kötü bile olsa onunla yaşamayı öğrenmiştir.
Geçmişte yaşadıklarımız çok acı bile olsa o acılarla nasıl baş edeceğimize dair bazı yöntemler geliştirmişizdir ama belirsiz, bilinmeyen bir şeye karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştirebiliriz ki?
Bu yüzden acımız büyür ve korku ortaya çıkar.

Yumurtadan çıkan kuş aynı acıyı duyar. İlk kez uçmaya çalışan kuş da öyle.

İnsan bilmediği bir cenneti yaşamaktansa, bildiği bir cehennemi tercih edermiş.

Bu yüzden aşk acısı seni üzecektir, yaralayacaktır. Değişim ‘ben’den başlayıp ‘ben’in olmadığı bir yere varacağı için acısı çok derindir. Ama acı olmadan zevk olmaz. Altını saf hale getireceksen ateşten geçireceksin.

‘Elmas baskı altında değer kazanan bir kömür parçasıdır.’

Aşk ateştir.

Bir çok insan aşkın acısı yüzünden aşksız bir hayatı tercih ediyor. Aşktan kaçıyor, aşka izin vermiyor. Hayatlarında aşk olmadığı için acı çekiyorlar ama acıları boşuna. Aşk için çekilen acılar ise boşa gitmez. Aşk acısı çekmek yaratıcıdır; seni daha üstün bir bilinç düzeyine taşır.

Aşksız yaşayan insan narsistir, dışarıya kapalıdır. Sadece kendini tanır. Peki başkasını tanımamışsa kendini ne kadar tanıyabilecek? Çünkü sadece bir başkası insana ayna hizmeti verebilir.

Başkasını tanımadan kendini asla tanıyamazsın. Aşk kendini tanıma konusunda en iyi yollardan biridir. Bir başkasını derin aşkla sevmeyen, yoğun tutku hissetmeyen, zevkin doruklarına çıkmayan, bunları hiç tanımayan kişi kendini de tanıyamaz, çünkü kendi yansımasını görecek bir aynası yoktur.

İlişkin senin aynandır. Karşındaki insan sana, seni gösterir. Suçu onda arama, çünkü başkasına gitsen de, tüm aynalar seni gösterecek.

askaynadir

İlişki bir aynadır ve aşk ne kadar temizse, safsa, aşk ne kadar yüceyse, ayna da o kadar iyi ve temiz olur.

Karşındakinde gördüğün o kendi yansımanı çirkin bulabilirsin ve aynadan uzaklaşmak isteyebilirsin. Ama aynadan uzak durunca güzelleşmeyeceksin. Bu durumdan kaçınca da herhangi bir gelişme göstermeyeceksin. Bu zorluğu yaşaman gerekiyor.

Egodan (Ben) vazgeçmek çok acı verecektir çünkü bize hep egomuzu beslememiz öğretildi. Ego ile varolacağımız, ego ile hayatta kalabileceğimiz öğretildi. ‘Kendini bırakma, aptal olma. Kendini değersiz gösterme. Bu kadar yüz verme, bu kadar üstüne düşme. Bu kadar çok yazma. Bu kadar çok arama. Bu kadar çok sevme’ İşte bunları hep egon söyler. Ve bunlardan kurtulmadıkça onunla aynı frekansı yakalayamayacaksın. Aşk kapıyı çalınca tek yapman gereken egoyu bir tarafa kaldırmak bu da acı verecektir.

Aşk sana ilk kez egon dışında birşey ile aynı frekansta olmayı tattırır. Aşk sana asla egonun parçası olmamış birisi ile uyum sağlayabileceğin konusunda ilk dersi verir.
Eğer kendinin dışında biriyle uyum sağlayabiliyorsan, başkaları ile de egosuz uyum sağlamayı öğreneceksin. Aşk bir merdiven. Tek bir kişiyle başlıyor, bütünle son buluyor.

Aşktan korkmak, aşkın doğum sancılarını çekmekten ürkmek karanlık bir hücrede kalmaya benzer.

İki tür acı vardır;
1) Seni geliştiren acı.
2) Gereksiz acı.

Aşktan kaçarsan belki daha az acı çekersin ama bu gereksiz ve seni geliştirmeyen bir acı olur. O yüzden ne kadar acı olursa olsun aşka adım at.

Eğer birçok insanın yaptığı gibi aşktan kaçarsan kendinle başbaşa kalırsın. O zaman hayatın bir yolculuk olmaz, hayatın akmaz. Akan su daima temizdir akmayan su ise pistir ve solucan yetiştirir.

Aşk acı verir, ama bundan kaçma. Kaçarsan gelişmek için en büyük fırsatı kaçırmış olursun. İçine gir, aşk acısını çek, çünkü acı sayesinde büyük zevke ulaşılır.

Bırak acı olsun, ıstırap çek. Karanlık geceden sonra nasılsa gün doğar.

Ego elbiseni çıkar ve belirsizlik okyanusuna atla. Aşk sana çok güzel şeyler verecek ve öğretecek.

Ve hiç bir şey boşuna yaşanmayacak.

Başkasının Kölesi Olma

Fakat aşka da kendini kaptırıp, sevginin kaynağını karşındaki zannetme. O sevginin, aşkın kaynağı değil sadece aracısı. Bu yüzden o gittiğinde, aşk bitmeyecek, sen istediğin sürece aşk, sevgi karşına her zaman çıkacak. Ama sen aşkın kaynağını karşındaki erkek/kadın zannedersen boşuna acı çekersin. Karşındakinin kölesi olursun.

‘Allah seni özgür yaratmışken, başkasının kölesi olma’ Hz. Ali

Sevginin kaynağının nereden geldiğini bil. Hayatından çıkanlara üzülme, belki de Allah seni korumak için onları hayatından çıkardı.

Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne güzeldir.

Merak etme, karşına doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlar çıkacak. Sana acı vereni tutmayı bırak artık. O yöne bakma. Onu tuttuğun sürece, doğru olanı, hayırlı olanı göremeyeceksin.

Her zaman en güzelinin değil, en hayırlısının olması dileğiyle.

Hoşçakal, Hakan Mengüç

2 Aralık 2013

Kaynaklar: Yazının çeşitli yerlerinde Osho’nun konuşmasından esinlenilmiştir.

Televizyonda Başarının Sırları

Psikoloji Bilimi ile Televizyon Dünyasındaki Benzerlikler

Twitter’dan veya Facebook’tan beni takip edenler, neden reytinglerle bu kadar ilgilendiğimi soruyorlar. İki nedeni var, birincisi; insanların neyi izlediğini, neden izlediğini takip ediyorum ve bu işim olarak günceli takip etmemi sağlıyor. Bu sayede edindiğim bilgileri daha sonra işimde, seminerlerimde kullanıyorum. İkincisi; televizyon programı hazırlığında olduğum için, bu işin ‘neden’ ve ‘nasıl’larını bilmem gerekiyor.

Daha önce Cine5 kanalında kendi programımı yaparak televizyon dünyasına adım atmıştım. Çekimden montaja her türlü işle bizzat ilgilenmek zorunda kaldığım için bu işin ne kadar zor olduğunu da bilen biriyim.

Bu yazım, psikoloji ile ilgilenen, televizyonculukla ilgilenen ve insanlar karşısında sunum yapan herkese hitap edecek şekilde yazdım. Televizyon dünyasındaki matematikleri eğitim/eğlence  konulu doktor programları üzerinden inceledim.

Neden doktor programlarını seçtim?

Normalde televizyonda hiç izlemediğim program türü sağlık/doktor programlarıdır, yıllarca yayınlanan doktor programları dikkatimi pek fazla çekmemiş ve beni kendilerine 10 dakika bile bağlayamamışlardı. Bir gün Amerika’da yayınlanan Dr. Oz Show programına denk geldim ve farkettim ki programı 30 dakikadır izliyorum. İzliyor olmama şaşırdım ve programı sonuna kadar da izlemeye devam ettim. Daha sonra kendime sordum? Neden Türkiye’deki programlar dikkatimi çekmedi? Dr. Oz Show beni ekranda tutmayı nasıl başardı? Bu soruları sorarken bir araştırma içine girdim ve aradaki farkları çıkarmaya başladım ve bu farkları da aşağıda anlattım.

Türkiye’de Eğitim/Eğlence Konulu Doktor Programları

Türkiye’de sabah ve öğlen kuşağı kadın programlarında sağlıkla ilgili bölümler mutlaka olurdu ama ilk defa 2009 yılında Doktorum programı ile eğitim/eğlence konulu doktor programlarına geçildi. Yurtdışında zaten örnekleri vardı, Dr. Oz veya Doktorum’un formatına yakın olan The Doctors örnek gösterilebilir. Fakat Doktorum programı Türkiye’de yeni bir akım başlattı ve bu akım bayağı tutmuş olacak ki bu aralar doktor programları revaçta. Şu an da yayında olan Doktor programlarını aşağıdan görebilirsiniz; Doktorum – Kanal D – ( Sunucular; Prof. Dr. Murat Aksoy, Ceyda Düvenci) Dr. Aytuğ – KanalTürk – (Sunucular; Dr. Aytuğ Kolankaya, Nilüfer Batur) Dr. Feridun Kunak Show – Kanal 7 (Sunucular; Dr. Feridun Kunak, Serap Kunak) Hayata Dokunmak Lazım – Show TV (Sunucular; Prof. Dr. Osman Müftüoğlu – Ebru Akel) Canım Doktor – TV8 – ( Sunucular; Ebru Keser Erda, Prof. Dr. Cihan Aksoy) Sağlık Sıhhat – TRT 1 (Sunucu: Şebnem Yiğit)

Dünya’da Nasıl? Türkiye’de Nasıl?

Bu yazımda yukarıda da bahsettiğim gibi özellikle Dr. Oz programı ile Türkiye’deki doktor programları arasındaki farkları anlatacağım. Bu farkları televizyonculuk matematiği üzerinden inceleyeceğiz, neler reytingleri artırıyor?, ne olursa daha fazla izleniyor?, ne olursa seyirci sıkılmıyor? gibi.

Dr. Mehmet Öz TV Sektörüne Nasıl Girdi?

Gündüz kuşağındaki kadın programları her gün doktor konuk alıp, onlardan izleyiciler için tavsiyeler vermelerini isterler. 2004 yılında Oprah Winfrey de Mehmet Öz’ü çağırıyor ve daha sonra ondaki ışığı keşfedip kendi programının içinde  ‘Ask Dr. Oz’ diye bir bölüm açıyor. Bu bölüm iyi reyting almaya başlayınca ve başarı devam edince daha sonra Mehmet Öz, ‘Dr. Oz Show’ adıyla kendi programını yapmaya başlıyor ve bugün gördüğümüz noktalara geliyor.

Nasıl Bir Sunucu İzlenir?

Programın görünür yüzü, yani kalbi sunucudur. Peki ideal, izlenilirliği olan bir sunucuda hangi özellikler olmalı?

1) Güzel olmalı: Yani göze hoş gelmeli, televizyon güzeli sever. Mehmet Öz size göre göze hoş geliyor mu?

2) Yeterli olmalı: Konuştuğu konulara hakim olmalı, kendi konusu dışında entellektüel ve bir çok konuda bilgi sahibi olmalı. Mehmet Öz programının içinde sık sık entellektüel bilgisini de kullanıyor, mesela bir tenisçi geldiyse tenis sporundan bahsedip onu kendi konusu ile bağlayabiliyor, bir müzisyen geldiğinde onunla hemen müzik bilgisini kullanarak ortak noktalar oluşturabiliyor. 

3) Lider olmalı: Seyirci olarak programı izlerken, bize stüdyonun lideri, hakimi olduğunu hissettirmeli, emanet gibi durmamalı ekranda.

4) Samimi Olmalı: Ekranı açtığımızda onu evimizden birisi gibi görmeliyiz. Bizim gibi gülmeli, ağlamalı, şaşırmalı, kızmalı. Televizyonculukta ‘Kendi evimden birisi gibi’ tabiri çok önemli, televizyonu açtığımızda farkında olmadan ilk olarak bu kişilerin programlarına bakarız.

Psikoloji bilimindeki önemli teorilerden biri de, ‘yakınlık’ teorisidir, kendimize yakın olan insanlara daha çok çekiliriz. Bence Mehmet Öz çok sempatik birisi ve konuşmalarında bu samimiyeti ekrana yansıyor.

5) Kendini Ekibe Teslim Etmeli

Egosunu bir kenara bırakıp, ekibi ile tam bir takım oyunu içinde olup, kendini güvenle ekibine teslim edebilmeli. Mehmet Öz’ün ekibine nasıl teslim olduğunu birinci ağızlardan duymuştum, önüne gelen hiç bir şeye itiraz etmiyor ve ekip onu uygun gördüyse, bir bildikleri vardır deyip o sadece sunumuna odaklanıyor.

Bir sunucu yukarıdaki beş maddeye sahipse vazgeçilmez bir sunucu olur. Türkiye’de bu özelliklere sahip sunucu çok zor bulunduğu için genellikle erkek sunucunun yanında güzel bir hanımefendi, ya da ünlü güzel bir hanımefendi kullanılır. Sunucu kadınsa aynı şekilde yanına yakışıklı bir erkek, ya da ünlü bir erkek getirilir. Bana göre Mehmet Öz, bir televizyon sunucusunda olması gereken özelliklere sahip.

TV Programı Akıcı Olmalı

Seyirci sıkılır ama bunu sadece televizyon seyircisi olarak algılamayın. Ben eğitim verirken de insanları sürekli gözlemliyorum, para verip eğitime gelmelerine rağmen anlatırken akıcılık kaybolursa sıkılıyorlar ve başka şeylerle ilgilenmeye başlıyorlar. Para veren insan bile sıkılıyorsa, televizyon izleyecisinin kanal değiştirmesi an meselesidir.

Dr. Oz programını izlediğinizde, programın koşarak ilerlediğini görüyorsunuz, hiç boşluk yok ve sürekli bir hareket var. Bir kaç örnek vermek istiyorum;

Dr. Oz’un programında ağrıları yok etmek ile ilgili bir bölüm işleyeceklerdi ve Mehmet Öz girişi şöyle yaptı, stüdyoda maketten bir ‘AĞRI’ yazısı vardı, Mehmet Öz elinde ateş püskürten bir silah ile geldi ve ‘Ağrılar hayatımızı mahvediyor’ dedi ve  silahını ‘AĞRI’ yazısına püskürttü, ‘AĞRI’ yazısı alev alıp yanmaya başladı, ekranda sıra dışı bir görüntü vardı. Tam o sırada elinde bir yangın söndürücü ile geldi Mehmet Öz ve ‘şimdi bu ağrıları nasıl yok edeceğimizi anlatacağız,’ deyip alevi yangın söndürücü ile söndürdü. Bu kadar kısa bir sunumu bile görsel bir şeylerle hareketlendirmeleri seyircilerin o kanalda takılıp kalmalarını sağlıyor. Mehmet Öz bu atraksiyona girmeden de bu anonsu güzelce sunabilecek kapasitedeydi ama Dr. Oz ekibi seyirciyi kanalda tutabilmek için her fırsatı değerlendiriyor. Bir başka örnek vereceğim.

Yine Dr. Oz Show’da ağız kokusu ile ilgili bir bölüm işleniyordu ve hangi meyvelerin ağız kokusunu artırıp hangilerinin azalttığı üzerine tavsiye vereceklerdi. Dr. Oz’un ekibi sanırım bunu nasıl eğlenceli hale getirebiliriz diye düşündü ve bir oyun buldu. Oyun şöyleydi, iki tane seyirici çıkardılar, onlardan çuvalın içine girmelerini istediler. Masasının üzerinde çeşitli meyveler vardı ve o meyvelerden birini ağızları ile alıp 10 metre uzaklıktaki diğer masaya götürüp, ‘ağız kokusu yapar’, ‘ağız kokusu yapmaz’ yazan sepetlerden birine koymaları istendi. Kim ilk önce gidip doğru tahmini yaparsa o birinci olacaktı. Baktığınız zaman ne alakası var diyorsunuz ama insanlar bilgi dinlemekten bir süre sonra sıkılırlar, bilgiyi eğlenceli hale getirmelisiniz ve Dr. Oz ekibi de alakasız bile olsa çeşitli oyunlar tertipleyerek seyircinin bir şekilde ekranda kalmasını sağlıyor. Bilgiyi eğlenceli bir şekilde, oyunlarla sunmak bence her profesyonel konuşmacının bilmesi gereken bir şey.

Onların Bütçesi Bizde Olsa, Biz de Yaparız?

Doğru haklısınız, bütçe demek daha fazla profesyonel insan, daha temiz ve kaliteli iş demek. Fakat bir söz var, diyor ki; ‘Önce olmak lazım, sonra sahip olmak lazım.’ Sizin gerçekten çok iyi bir sunucunuz varsa, bu düşük bütçede bile farkedilir ve kanal yönetimi o kişiye yatırım yapar. Tam tersi iyi değilseniz, Kanal D’de yayınlanan ve Türkiye’deki en yüksek bütçeli dizi olan ‘Fatih’ dizisi gibi 5. bölümde yayından kaldırılırsınız. Tekrar ediyorum, bütçe çok önemli ama önce olmak lazım, sonra sahip olmak lazım.

Televizyon Seyiricisi Eğitimi

Televizyona seyirci bulmak kolay değildir, çünkü çekim yapılan stüdyolar genelde şehir merkezlerine yakın olmaz, olsa bile o kadar kişinin geleceğini garanti etmek zordur. Bu yüzden Acun Ilıcalı Yetenek Sizsiniz programı için üniversiteleri geziyor, üniversiteler dinamik seyirci için çok iyi bir yerdir. Beyaz Show’a da üniversite kulüpleri her hafta gezi düzenliyor.

Peki diğer programlar ne yapıyor? Diğer programlar paralı seyirci kullanıyor, programa gelen kişilere 20 ila 50 tl arasında değişen paralar veriyorlar. Bu ilk başta sahtekarlık gibi gelse de, büyük bütçeli yapımlar seyirci bulma riskine giremez. Ayrıca paralı seyirci demek illa oyuncu demek değildir, gayet samimi, ilgili ve neşeli insanları bulup, onları programa davet edip karşılığını da para olarak vermeyi teklif edebilirsiniz. Acun Ilıcalı ‘nın nasıl Gökhan’ı veya Eser’i programına para ödeyerek çıkarması onların doğallığından bir şey kaybettirmiyorsa, doğru seyircilerin de para ile çağrılması doğru seçildiği taktirde doğallığı bozmaz.

Seyirci gülerse, izleyen de güler, seyirci mutlu olursa izleyen de mutlu olur. Dr. Oz Show’da inanılmaz bir çoşku var, sanki oraya gelen seyirciler o anda hayatlarının en güzel anını yaşıyorlarmış gibi duruyorlar. Mehmet Öz seyircilerden birisini çağırdığında seyirci kendisine loto çıkmış gibi seviniyor. Mehmet Öz seyirciye zencefil çayı denettiriyor, sonra tadı nasıl diyor, seyircinin yüzünde kocaman bir gülümseme ve ‘harika tadı var’ diyor, oysa ki zencefilin tadı kötüdür ama insan onu izleyince zencefil çayı içesi geliyor.

Bizim Programlarımızdaki Seyirciler Biraz Gülmeli

2008 yılında Çin’de yapılan Pekin olimpiyatları öncesi 2 bine yakın personel gülümseme eğitimi almış. Düşünün, eğitimin tek konusu gülümseme ve 2-3 ay arası gülümseme çalışması yapmışlar.

Dr. Oz Show’u izlerken en arkada oturan adamın bile kocaman bir gülümseme ile programı izlediğini görebiliyorum tam aksine bizim doktor programlarındaki teyzeler sanki teneffüs zilinin çalmasını bekleyen öğrenciler gibi duruyor. Ve televizyon izleyici olarak ben de onlara bakmak istemiyorum.

Zannetmeyin ki Dr. Oz Show’a katılan kadın ve erkekler çok güzel, hayır ortalama güzelliğe sahip insanlar ama yüzlerindeki neşe insanın o ekrana bakmasını sağlıyor.

Ekip Olabilmek

Türkiye’de en zor işlerden biri bu. Çünkü çok duygusalız, egolarımız var. Bir başkasının başarılı olmasını kaldıramıyoruz, çünkü onun başarılı olması kendimizi değersiz hissettiriyor. Televizyon dünyasından pek çok insan tanıyorum, yönetmen diğer bütün yönetmenleri sevmiyor, kurgucu diğer kurgucuları beğenmiyor, yani bir başkasına ‘başarılısın, iyisin’ demeye korkuyoruz.

Ekip olmak konusundaki diğer sorunumuz ise iş bölümüne dayalı çalışma nedir bilmiyoruz. Çünkü yetişme tarzımızda sorumluluk verme yok, ekip çalışması yok, herkes bütün işleri tek başına yapmaya çalışıyor. Televizyon işi bir futbol takımına benziyor, defans oyuncusu defansta olması gerekirken forvete koşarsa, kaleci orta sahada olursa takım oyunundan bahsedemeyiz. Küçükken mahallede yaptığımız maçlarda hepimiz forvet oynayarak gol atmaya çalışırdık ve yenilirdik. Oysa ekip çalışmasındakiler şunu kabul etmeli, golü sunucu atar bizim işimiz ona güzel paslar çıkartmaktır. Ve herkes egosunu yenip bunu kabul etmelidir, çünkü insanlar hep golü atanları hatırlar.

Bugün ekibinizden birisine gidip, ‘çok başarılısın, yaptığın şu işten dolayı seni tebrik ediyorum, iyi ki varsın’ deyip ona sarılın. Bakın sonra neler olacak. Onun mükemmel olmasını beklemeyin ama yaptığı işlerden dolayı onu tebrik edin.

Özet

Dr. Oz Show’un başarısının sırrı

– Yeterli, samimi, hoş görünen, kendini ekibe teslim eden lider ruhlu bir sunucu,

– Sürekli akan, seyirciyi eğlendiren ve sıkıcı olmayan bir program,

– İyi seyirci (Gülen, alkışlayan, samimi, katılımcı)

– Takım oyununu anlamış, çok sağlam bir ekip.

200 Kişi Ateş Üzerinde Yürüdü

6 EKİM PAZAR GÜNÜ, TAM 200 KİŞİ, KOR ATEŞİN ÜZERİNDE YÜRÜDÜ!

Hakan MENGÜÇ?ün düzenlediği ‘Değişim ve Motivasyon Seminerleri’nin sonuncusu 6 Ekim Pazar günü İstanbul’da gerçekleşti.

‘İçindeki Gücü Keşfet’ sloganı ile bugüne dek pek çok kurum ve kişiye seminer veren Hakan Mengüç, ‘Kendine İnanırsan, ateşin üzerinde bile yürüyebilirsin?’ dedi ve bu iddiasını da hayatında bu deneyimi hiç yaşamamış kişiler üzerinde kanıtladı.

Gösteride 1 ton odun önce yakılıp köz haline getirildi, ardından katılımcılar 700 santigrat dereceye varan közlerin üzerinde çıplak ayaklarla yürüdü!

Unutmayın ki,

İmkansız olan her şey, sadece birisi onu yapana kadar imkansızdır.

 

Başarıya giden yol ve pilav yapmak!

Pilav yapmak için ne gerekli?

Pek çok insan pirinç der..
Bazıları pirinç, tuz, yağ der…

Çok az kişi hepsini sayar; Pirinç, tuz, yağ, ateş, tencere, kaynar su vs.
Yani pilav yapmak için pirinç ne kadar önemliyse, tencere veya ateşte o kadar önemli…

Başarıya giden yolda insanlar sadece bir noktaya odaklanıyorlar,
Mesela oyuncu olmak isteyen bir kişi her şeyin tip,yakışıklılık,güzellik olduğunu düşünüyor,
yetenek sizsinize katılan bir kişi her şeyin yetenekli olmak olduğunu düşünüyor,
veya aşçı olmak isteyen biri her şeyin yemek yapmak olduğunu düşünüyor. Oysa ki her malzeme diğerleri kadar önemli.
Tabii bazı yerlerde önem sırası değişiyor ama size bir şey söyleyeyim mi, her zaman birinci derecede önemli olan İNSAN İLİŞKİLERİ…
Çok yetenekli insanlar tanıdım, neden istedikleri yere gelemediklerini çok sorguladım ve hep çıkan sonuç şuydu, İNSAN İLİŞKİLERi FENA HALDE KÖTÜ…

Bu yüzden pilav için herşeye eşit derecede önem verin ve en çok da insan ilişkilerine… insan ilişkileri pilav yapmadaki ateş gibidir, ya yakarsınız, ya da pişiremezsiniz.. pirinciniz ne kadar güzel olursa olsun, yemeği ateş pişirir…

Sevgilerle, Hakan Mengüç
29 Eylül 2011
Saat: 01.28

Başkaları Ne Der? Elalem Ne Der?

Başkaları ne der? Elalem ne der? Merak etmeyin başkaları sizi bu kadar düşünmüyor, siz öyle zannediyorsunuz.

İnsanların umrunda değilsiniz, sizi muhtemelen bir saat sonra unutacaklar.

Peki gerçek buysa, neden hala onların düşüncelerini o kadar önemsiyorsunuz?

Kendiniz olun.

Hata yapsanız dahi, kendi hatalarınızla kendiniz yüzleşin.

 

Sevdiğim İşi Nasıl Bulacağım?

Sevdiğim işi nasıl bulacağım?

1. Soru; Hiç para almadan hangi işi yapardın?

….

2. Soru; Bırak para almayı üstüne bir de para verip yapacağın iş nedir?

Şimdi bazı cevaplar ortaya çıktı. Belki 2-3 iş çıktı ortaya, o zaman üçüncü soruya geçelim,

3. Soru; Para almadan da yaparım dediğin bu işte uzman mısın?

a) Hayır uzman değilim; O zaman ne sürede uzman olabilirsin? 2 yıl gibi bir süre mi? Peki bu süre içinde kendi kendini idare edebilir misin?

b) Evet uzmanım. O zaman seni harekete geçmek için engelleyen ne? Hem uzmansın, hem seviyorsan zaten biraz yol almış olman lazım. O zaman seni yukarıya taşıyacak doğru kişilere ulaşamamış olabilirsin. İnsan ilişkilerinde iyi misin? Bu konuda çok iyi olman lazım, çünkü günümüzde hala işler tavsiye, tanıdık yoluyla oluyor.

4. Soru; Uzmansın ya da uzmanlık yolunda ilerliyorsun, son bir sorum var, şu an mutlumusun? yoksa mutlu olmak için para kazanmayı veya sevdiğin işi yapmayı mı bekliyorsun? Cevap evetse yine yanlış yoldasın.
Eğer şu anda mutlu değilsen, şu an ki şartlarında mutlu olamıyorsan ilerlemen çok zor. İnsanların veya şartların senin hayatını eğlenceli hale getirmesini bekleme sen hayatını eğlenceli hale getir ve çevrendeki insanları da eğlendir.

İlk hedefin her zaman şu an mutlu olmak olmalı…

Çocukken küçücük bir odada, basit bir oyuncakla saatlerce oynayıp mutlu olabiliyorduk, kendi mutluluğumuzu kendimiz yaratıyorduk.

Şu an değişen hiç bir şey yok, sadece başkaları bize nelerden mutlu olmamız gerektiğini öğretti. Onları dinlemeye gerek yok, çocukluğa geri dönelim.

Sevdiğimiz işte uzmanlaşalım ve sonra değil, şimdi mutlu olalım.

İçimizdeki çocuğa merhaba diyelim..

Ne İstiyorsun? Küçük Bir Sorgulama


Ne istiyorsun?

Güzel bir araba?
Güzel bir eş?
Bir milyon dolar?
İyi bir iş?
Çocuk?
Bilgisayar?
iPhone 5?
Bahama adalarında tatil?

Tüm bunları neden istiyorsun?
Tüm bunlara ulaşınca ne HİSSEDECEKSİN?

İYİ HİSSEDECEKSİN!

Tüm isteklerimizin güdüleyen şey İYİ HİSSETMEK isteği.
Bilinçaltı ACI’dan kaçıp ZEVK’e ulaşmak için her şeyi yapar.

Bazen birisi sırf iyi hissedebilmek için 20 yıl çalışır, çünkü iyi hissetmenin tanımını toplum öğretmiştir;
– Sigortalı işin olacak,
– İyi bir şirkette çalışacaksın, iyi bir maaşın olacak,
– Evleneceksin, nurtopu gibi evlatların olacak.
– Ve sonunda emekli olacaksın, güzel bir emekli maaşın olacak ve şimdi İYİ HİSSEDEBİLİRSİN.

Ama bazen öyle bir insanla karşılaşırsın ki, belki ayda 300-400 lira kazanıp geçiniyordur ama o senin 20 sene sonraki hedefini şimdi gerçekleştiriyordur, İYİ HİSSEDİYOR ve hayatının zevkini çıkarıyor.

Parasız kaldığım dönemlerde bile sevmediğim işi yapmayı reddettim,
çünkü parayı kazanmamım sebebinin ne olduğunu biliyorum.

Geçenlerde Bursa’ya ailemi ziyarete gittim, o arada da çocukluk arkadaşlarıma uğradım. Küçükken ne kadar eğlendiğimizi konuşuyorduk, onlar sürekli ‘Ne günlerdi be! Bir daha o günler gelmez’ dediler. Ben hemen lafa girdim, ‘Hooop, ben o zamanlar ne kadar eğleniyorsam şimdi de o kadar eğleniyorum. Benim için hayat aynı güzellikte’ dedim. Sen şanslısın, sen farklısın, sendeki azim bizde yok dediler. Çünkü onlar rüzgarın götürdüğü yöne direnmemimişlerdi, toplum onlara ne dediyse kabul ettiler ve şimdi 9-5 bir işte çalışıyorlar. Ama beni her gördüklerinde de bunun mümkün olabileceğini anlıyorlar.

Neyse lafı çok uzattım, bu yazı yazmamın amacı şu, tüm bu koşuşturma bilinçaltı düzeyinde İYİ HİSSETMEK için, bu yüzden iyi hissetmeye şimdiden başlayın. Sevdiğiniz işi yapın.

Bu bazen kolay olmaz ama sevdiğiniz işi yapabilmek için, şu an da yaptığınız işi bir müddet sevmeniz gerekiyor.

Uçağın kalkışı sarsıntılıdır ama belli bir yüksekliğe geldiğinde işler yoluna girer.

Hayatta en güzel şey hem sevdiğin hem uzman olduğun işi yapmak. Çünkü ikisinden biri olmayınca, olmuyor.

Sevgiler, Hakan.
(17 Temmuz 2013)

Sen Beden Değilsin, Beden Senin İçinde

Yaşam çok ilginç, bizi her gün biraz daha şaşırtıyor.

Mesela dış dünya dediğimiz şey tamamen kapkaranlık ve elektrik dalgalarından oluşan bir yer fakat beynimiz o dalgaları alıp ses, koku, renk, hisse çeviriyor.

Örneğin yukarıdaki resimde yeşil yapraklar görüyorsunuz, bu yeşil renk nerede? Resimde mi? Gerçekte mi? İkisinin cevabı da hayır, sadece zihnimizde. (Elektromanyetik spektrumdaki belirli bir frekanstaki gözünmez bazı bozunmalar gözümüze ulaşmakta ve orada bozunmaya neden olmakta, bir kimyasal reaksiyona girmekte ve beynimizdeki görme merkezine bir akım olarak gitmekte, sonunda da biz yeşili görmekteyiz.)

Renk körü olan birisi kırmızıyı yeşil görüyor, neden çünkü onun beynine gelen elektrik sinyallerinin yorumlanmasında farklılık var. Onun için kırmızı yeşildir ve o dış dünyayı böyle algılıyor. Biz ona hasta diyoruz neden? Çünkü kırmızıyı bizim gibi görmediği için?

Peki bizim gördüğümüzün doğru olduğunu nerden biliyoruz? Bilmiyoruz.

Şimdi daha derine inelim.

Dünya, galaksiler ve insanlar da bizim zihnimizde.

John Willer diyor ki; ‘Bilinçli bir varlık ona bakmadıkça, fiziksel evren diye bir şey yoktur.’

Sorgulamaya devam edelim: Acaba bedenimiz nerede? Bilincimizde! Düşüncelerimiz nerede? Bilincimizde! Bulunduğumuz oda nerede? Bilincimizde! Yıldızlar, galaksiler, Güneş ve Ay nerede? Hepsi bilincimizde!

Ve biz bu bedeninin içinde değiliz, bu beden bizim içimizde…

Normal görüş ile renk körünün görüşü arasındaki fark

Şu anda Bir Rüyada Olmadığımızı İspatlayabilir miyiz?

Şu anda bir rüyada olmadığımızı ispatlayabilir miyiz?

Bu soruyu çeşitli sosyal medya hesaplarımda sordum, 100’e yakın cevap geldi. En çok cevap facebooktan geldi, buradan bakabilirsiniz.

Peki siz ne düşünüyorsunuz?

Bazı kişiler ‘kendimi cimcikliyorum, acıyor. Demek ki rüyada değilim.’ demiş.

Peki rüyada canınız acımıyor mu? Evet acıyor, kim bilir böyle kaç rüya görmüşüzdür.

Gerçek şu ki, rüyada olmadığımızı bilemeyiz.

Sorguluyor, okuyor ve öğreniyor olmamız bu gerçekliği değiştirmez.

Misal ben dün gece çok güzel bir rüya görüyordum, telefon sesi ile uyandım ve o rüyam bitti. Ama rüyanın içindeyken, ne kadar saçma şeyler görsem bile, onun bir rüya olduğunu düşünmek aklıma gelmedi.

Dünya, evren hakkında da bazı gerçeklerimiz veya varsayımlarımız var.

Halbuki evrenin %1’inden bile haberimiz yok ve evreni sadece 5 duyumuzla algılayabiliyoruz. Fakat yine de yaşamak için bunlara güvenmeliyiz.

Ama sorgulamayı asla bırakmamalıyız.

Çünkü biz küçük bir evde açılmış küçük bir delikten dünyaya bakıp, evren hakkında karar veren insanlarız.

Bu yüzden hiç bir gerçek, tam olarak gerçek değildir.

Hakan. (30 Mayıs 2013)