Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Arşivler (page 4 of 40)

İstediğin Bir Şey Olursa Bir Hayır Olmazsa Bin Hayır Ara kitabı çıktı

Hakan Mengüç’ün yeni kitabı “Mevlana – İstediğin Bir Şey Olursa Bir Hayır Olmazsa Bin Hayır Ara” kitap satan her yerde.

Destek Yayınları Felsefe Serisi her kitabında bir ilim insanını inceliyor, büyük ilim insanı ve Mutasavvıf Mevlana’yı ise Hakan Mengüç anlatıyor.

Kitapta Mevlana’nın Mesnevi’sinin ilk 18 beytinin açıklamaları, yine Hakan Mengüç’ün üslubu ile hikayeler ve özlü sözlerle anlatılıyor.

Mesnevi’nin İlk “On Sekiz Beyti”

1300’lü yıllarda yaşamış din ve astronomi âlimi Ahmed Eflaki Mevlana ve Mevlevilik üzerine yazılmış en kapsamlı ve en eski kaynak olarak kabul edilen Menâkıbü’l Ârifîn kitabında Mesnevi’nin sadece ilk on sekiz beytini Mevlana’nın kendi eliyle yazdığını, diğer binlerce beyti de Hüsamettin Çelebi’ye yine bizzat ken- disinin yazdırdığını ifade eder.

Mevlana’nın kendi elinden çıkmış olması üzerine, Mesnevi’nin ilk on sekiz beyti, Mevleviler açısından çok kıymetlidir. İlk on sekiz beyte “Mesnevi’nin kalbi” diyen sufiler de vardır. Yine bazı mutasavvıflar geri kalan 25 bin 682 beytin, ilk on sekiz beytin birer açıklaması olduğunu ifade ederler.

Bu kitapta Hakan Mengüç her bir beyti tek tek ele alıyor ve hikayeler, özlü sözlerle açıklıyor.

Arka Kapak Yazısı

“Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil.”

Dünyanın en çok okunan sufisi Mevlana, “Allah’a ulaşacak pek çok yol var. Ben Aşk’ı seçtim…” derken bir “adanmışlık” metaforu olarak aşkı koyar karşımıza.

Aşk, yaşam boyu süren bir anlam arayışı ve anlam deneyimidir onun açısından.
Mevlana’ya göre, içinde aşk barındırmayan bir kalp ya deliye aittir ya da ölüye…

Ney enstrümanını insanoğlunun yaradılışıyla özdeşleştiren büyük sufinin Mesnevi adlı yapıtının ilk on sekiz beyti kâinatın sırlarıyla dolu olması bakımından çok kıymetlidir. Bu kitapta aşkla değer bulan hayat penceresinden kâinatın sonsuz sırlarını izliyor olacaksınız.

Hakan Mengüç Okurlarına Not

Bu kitap Felsefe Serisi – Mevlana için yazılmış bir kitaptır ve yayınevi tarafından özellikle kısa tutulması istenmiştir. Bu yüzden 135 sayfalık bir kitaptır. Ayrıca Hakan Mengüç’ün diğer kitaplarından kullanılan bazı hikaye ve alıntılar bu kitapta da kullanılmıştır.

Kitabı kitap satan D&R, İdefix, Hepsiburada gibi web sitelerinden ya da kitapçılardan alabilir, eğer yoksa sipariş verebilirsiniz. Teşekkürler.

Kalenderilik ve Şems

Artık anlatmaktan dilimin yorulduğu bir konuyu son olarak burada yazdığım yazı ile noktalamak istiyorum.

YouTube üzerinde Silent Cue (Vazgeçtim) adlı ney üflediğim parça çok izlenince, birileri arkadaki tablodan rahatsız olmuş. Önce “cami içinde yarı çıplak adam olur mu?” sözleriyle başlayan bu tepki, “cami içinde çıplak kadın var”a dönüştü. Sonra da, “Hakan Mengüç subliminal bilinçaltı mesajlarla bilinçaltımıza çıplak kadın ve seks imajını sokmaya çalışıyor“a kadar gitti.

Bahse konu alan YouTube videosu

Bunlar şaka değil, Twitter’da yüzlerce retweet aldı ve ağza gelmeyecek hakaretler yedim. Ara ara durulan bu hakaretler geçen gün yine gün yüzüne çıkınca bu yazıyı yazmak durumunda kaldım. YouTube açıklamasında zaten yazmıştım ama burada detaylı bir şekilde anlatayım dedim. Hem de bu vesile ile Kalenderilik ve Kalenderi Dervişlerin’den de bahsedeceğim.

Tablonun Hikayesi

Jean-Léon Gérôme 1868’de Mısır’a yaptığı gezisinde Amr b. As Camiini ziyareti sırasında gördüğü tabloyu resmetmiş. Tablo şu an New York Metropolitan Sanat Müzesi’nde sergileniyor.

Tablonun orjinali

Ressam tabloda dönemin Mısır hayatını anlatan birçok detayı resmine eklemiş. Tablodaki yarı çıplak görünümlü (erkek) kişi de o dönem Mısır’da çok yaygın olan Kalenderilik sufi akımının dervişlerinden bir Kalenderi Dervişi.

Aynı Kalenderi Dervişlerini ressamın bir diğer tablosu olan “Dönen Dervişler”de de görebiliriz.

Yine aynı ressamdan caminin kapısında bekleyen Mağribi Kalenderî dervişi. (1881, Gérôme, Jean Léon, NYPL Dijital koleksiyonu )

Kalenderilik Nedir?

Kalenderilik dünyevi değerleri umursamayan, mala mülke önem vermeyen, içinde yaşadıkları toplumun örf ve adetlerine umursamayan, bu karşı çıkışı da giyim, davranış ve tutumlarıyla dile getiren bir sufi akımdır.

Kalender kelimesi genel olarak sözlüklerde “dünyadan elini çekip başıboş gezen derviş.” olarak geçer.

Giyimlerinden, aksesuarlarından ve davranışlarından bir kalenderi dervişini kolaylıkla tanırsınız.

Yukarıdaki fotoğrafta tipik bir kalenderi dervişini görüyorsunuz. Kalenderiler kaynaklarda mahrem yerleri dışında genellikle yaz-kış tamamen çıplak olan ya da sırtlarında kurutulmuş koyun/keçi postu taşıdıkları belirtilen sufilerdir.

Genel olarak tek başına ya da küçük gruplar halinde gezerler. (3-5 kişi) Geçimlerini dilenerek, rüya yorumlayarak vb. şeylerle sağlarlar, ticaret yapmazlar çünkü çalışmak dünyayı ciddiye almaktır onlar için.

Bazı kişiler onlara “sufizmin hippileri” der.

Ahmet Targon Karamustafa kalenderler hakkında, “Tanrının Kural Tanımaz Kulları” der ve aynı isimli kitabında, Giovanni Antonio Menavino’dan şu şekilde alıntı yapar;
“Koyun postuna sarılı Kalenderler bunun dışında çıplaktır. Başları tamamen kazıtılmıştır. “

Ahmet Şenocak kitabında Kalenderileri, “Marjinal Sufiler” olarak tanımlar.

Şems-i Tebrizi Kalenderi Dervişi miydi?

Şems-i Tebrizi’nin Kalenderi Dervişi olduğuna dair kesin bir kanıt yoktur, fakat sufizm konusunda yetkin kişiler ve Mevlana’nın aşağıda alıntılayacağımız bazı şiirlerinden de görebildiğimiz kadarıyla Kalenderi Dervişi olma ihtimali yüksektir.

Son sufilerden (sufi derken kastımız, sufi felsefesi ile meşgul olanlar) Nezih Uzel, Murat Bardakçı’nın Tarihin Arka Odası adlı programında Şems-i Tebrizi için Kalenderi Dervişi ifadesini kullanmıştır. Murat Bardakçı’da onaylamıştır. (İlgili video)

Mevlana’nın bütün eserlerini Farsça’dan Türkçe’ye çeviren Abdülbaki Gölpınarlı da, Şems’in gittiği yerlerde Kalenderî tekkelerine uğramaya itina gösteren, semâ yapan, kalendermeşrep bir sûfî olduğundan bahseder. (Fakat yine de Şems’i Melamilere daha yakın görür.)

Mevlana da Mesnevi’sinde Kalenderilerden övgüyle bahsetmektedir.

“Ey kalender, düğümü açan olmadıktan sonra ne diye düğümleyelim? Ey Tebrizli Şems, senin güneşin gibi bir güneş bu gökyüzünde yok.”

Kalender, hiçbir şeyle bağlı değil gibi görünür amma sırlarla doludur. Önce birçok dikenlerin derdini çekerdi, fakat şimdi baştan başa gül oldu, dikene aldırış bile etmez… Kalender gemide oturmuştur, yol alıp durmadadır, fakat kendisi yürümemekte…

“Hak kokusunu kalenderin ağzından ara. Adam-akıllı ararsan şüphe yok ki mahrem olur, aradığını bulursun” 

( Kaynak: Mevlana Celaleddin – Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler – Abdülbaki Gölpınarlı )

Şems de kişilik olarak; cezbeli bir ruha sahip, başkaları üzerinde rûhânî tesir uyandırabilen, yorumları ve sözleriyle insanları şoke eden, kolay anlaşılamayan, tanınmaktan kaçan, devrindeki birçok şeyhle görüşmesine rağmen hiçbirine bağlanmayan ve çok sık yer değiştiren, bir sûfî olarak resmedilir.” – Yard. Doç. Mustafa Çakmaklıoğlu (Kaynak)

Cemalnur Sargut’a göre Şems’i diğerlerinden ayıran çok sıra dışı bir özelliği de var. Ona göre Şems bir anlamda anarşist ruhlu bir sufi: “Şems’i bilmek insanı gerçekten hiç bilmediği bir âleme götürür. Mesela kalıpları hiç sevmeyen, Müslümanlığın kalıplaşmış hallerinden hoşlanmayan insan Şems’in kalıp yıkan o anarşist ruhundan çok hoşlanarak, hem dinin hem anarşinin mânâsını öğrenir. Bu mânâda anarşi bir şeyi yıkmak demek değil, yıktığı şeyi var etmek demektir”. (Kaynak)

Kalenderiler Saygınlığı Önemsemez

Kalenderiler için saygınlık hiç önem taşımaz. Başkalarının onlar hakkında ne söylediği zerre umurlarında değildir.

Bir şey söylemek istediklerinde lafı hiç yumuşatmadan pat diye söylerler.

Kılık kıyafete hiç önem vermezler.

Dini konularda bile sert çıkışları, aykırı fikirleri vardır.

Bulundukları yerlerde katı din adamları tarafından hiç sevilmemişler hatta kafir olarak görülmüşlerdir.

“Ben o pîrim ki adım kalender ne evim var ne barkım ne manastırım var ne tekkem

Gündüz oldu mu senin civârında döner dururum gece olunca da başımı kerpiçlere kor yatar uyurum.”

KALENDERİ Baba tahir-i uryan

Sürekli seyahat halindedirler. Bir yerde uzun kalmayı sevmezler. Yolların insana çok şey öğrettiğine inanırlar.

Mülkiyet kavramına inanmazlar.

Her ne kadar tarikat olarak anılsalar da, tarikatlara karşı bir tepki olarak doğmuşlardır.

Şems-i Tebrizi’nin Kalendermeşrep şu sözü, belki de onların dünyalarını en iyi ifade eden sözdür.

“İlim beni uçurumun kenarına getirdi. Oradan vecd ile bilinmezlik denizine daldım. Vecdim beni boğuyordu ki, cahilliğim kurtardı.”

Şems-i tebrizi

Son Söz

Kalenderileri uzun zamandır yazmak istiyorum ama hep bir şekilde ertelemiştim. Sosyal medyanın bu yeni “linç kültürü”den payımı alarak Kalenderiliği yazmak nasip oldu. Gün bugüneymiş.

Ayrıca Kalenderiliği belki bugün ilk defa duyduğunuzu düşünebilirsiniz ama sanırım hepinizin dilinde bu şarkının sözleri vardır;

“Ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam…”

Aklınıza geldi mi? ☺️

  • 27 Nisan – Hakan Mengüç

Kaynak ve ileri okumalar;

Anadolu’da Kalenderiler: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/1744/18521.pdf

Kalenderilik: https://www.gzt.com/mecra/koksuz-dalsiz-bir-suf-akim-kalenderlik-3512066

Kontrolcülük

“Biz plan yapıyorduk ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk.”

Dostoyevski

            Hayat hiçbir zaman teminat altında olmadı şimdiye kadar, olmayacak da. Planlar sadece psikolojik birer telkindir… Aslolan an’dır ve an içindeki eylemdir… Gerisi kocaman bir sanrı… 

            Sahibi olduğun hiçbir şey yok yeryüzünde. Efendisi olduğun bir şey de yok. Ellerini, kollarını bile tamamen sen kontrol etmiyorsun aslında. Beyninde oluşacak küçücük bir hasar karşısında bile elinin, kolunun kontrolünü kaybetme riskin var. Hiçbir şey seninle ilgili bir güvence altında cereyan etmiyor. 

            Mide kasımızı dilediğimiz gibi kontrol edebilir miyiz? Edemeyiz. Soda içerek kontrol ettiğimizi düşünürüz ama… 

            Saçlarımızın uzama hızına karar verebiliyor miyiz, gür ya da seyrek olmalarını sağlayabilir miyiz? Hayır, sağlayamayız. Kuaföre kestirip, fönleterek kontrol ediyormuşuz gibi yaparız ama…

            Çocuklarımızın kim olacağına karar verebilir miyiz? Hayır, bu kararı veremeyiz, onlar örnek olarak ya da onlara bir şeyi zorla dayatarak kim olacaklarını kontrol edebiliyormuşuz gibi davranırız ama… 

Neden? 

Çünkü kontrolcülük “güven” verir. 

Akşam eve dönüp dönemeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur ama zihnen bu eylemin kontrol altında tutuluyor olduğuna inanmak güven verir. 

Hiçbir sevgilinin yarın öbür gün bir başkasına aşık olup gitmeyeceğinin garantisi yoktur, başına bir iş gelip sağlığını yada hayatını yitirebileceğinin de bir garantisi yoktur ama akşam saatlerinde görüntülü arama yaparak onun orada bir başına olduğundan emin olarak ilişkiyi kontrol altında tuttuğunu sanmak, güvende hissettir. 

Oysa hepsi sahte bir güvendir.

Güvendeymiş gibi davranmaktır bütün bunlar. Diğer bir deyişle kontrolcülük maskesinin arkasında saklanarak çocukça bir oyalanma içinde olmaktır. 

Elinden geleni yap ve sonrasında kontrolcülüğü bırak. Çünkü kontrol bir yere kadar güven, bir yerden sonra da zarar verir.

Şems-i Tebriz’inin de dediği gibi, “Ne bu dünyanın hakimisin, ne de bu dünya karşısında çaresizsin.”

26 Nisan 2020 – Hakan Mengüç

Breath of The Sufi Albümü

Hakan Mengüç’ün “Breath of the Sufi” albümü yayınlandı.

Sufi’nin Nefesi albümünde Neyzen Hakan Mengüç’ün doğaçlama olarak üflediği (taksim) 4 parça bulunuyor.

Ney ile üflediği parçaların isimleri;

  1. Breath of the Sufi – Sufi’nin Nefesi
  2. Sunrise – Gündoğumu
  3. The Wind from the South – Doğu’dan Gelen Rüzgar
  4. Voice of the Sufi – Sufi’nin Sesi

Bu albümü Spotify, Apple Music ve YouTube Music üzerinden dinleyebilirsiniz.

Hakan Mengüç’ün Sufi’nin Nefesi albümünde ney sesini en huzurlu haliyle dinleyebileceksiniz.

Ney sesinin insana huzur veren, dinginleştiren meditatif umarım sizlere de iyi gelir.

İyi dinlemeler.

Ney’in Sır Hikayesi

Mevleviler ney’e sır taşıyıcısı derler. Bu sır taşıyıcılığı metaforu yüzyıllardır beri bir hikayeyle dilden dile dolaşmaktadır. İlk olarak 1200’li yıllarda yaşamış Sufi Ferîdüddin Attâr’ın kitabında bu hikayeye rastlanır, hikaye genel olarak şöyledir:

“Hazreti Muhammed, kendi tekâmülünün üst noktası olan miraç hadisesinden sonra birçok sırra nail olur. Bir gün bu sır­lar üzerine tefekkür ederken, Hazreti Ali girer içeriye. ‘Efendim sizi çok düşünceli görüyorum, acaba bir sorununuz mu var?’ diye sorar. Hazreti Muhammed ‘Yoktur ya Ali. Bana verilen sırları düşünüyorum.’ der.  Hazreti Ali bu açıklamadan çok et­kilenmiştir. ‘

Küçücük bir kısmına bile olsa bu sırlara benim de vâkıf olmam mümkün müdür?’ diye sorar Hazreti Ali. 

“Kaldıramazsın ya Ali” der Hazreti Peygamber. Fakat Hazre­ti Ali’nin gözlerindeki isteği görünce, yanıma oturmasını işaret eder ve başlar anlatmaya.

Hazreti Ali, işittiği şeylerden sonra içinde yoğun bir aşkınlık dalgalanır. Yerinde duramaz gibi olur. Dışarı çıkmak için Hazreti Peygamber’den müsaade ister. Öylesine yüklenmiştir ki yüreği, haykırmak gelir içinden. Mekke sokaklarında dolaşıp herkese duyurmak ister bu sırları. Ancak o zaman rahatlayabilecektir içi. Lâkin bunu yapamaz. Adı üzerinde, yüküne talip olduğu şey sırdır. Herkese açık değildir. Sorumlulukları vardır. 

Peki içindeki bu taşkın seli ne yapacaktır şimdi? Nereye akıtabilecektir yükünü? Derken aklına bir fikir gelir, Mekke’nin dışına çıkar ve kör bir kuyu bulur. Kuyuya bağıra bağıra anlatır içindekileri. So­nunda sakinleşip rahatlar. 

Hazreti Ali içindekileri olduğu gibi dökmüştür kör kuyuya. Ne var ki yük bu kez kör kuyuya da tesir etmiştir. Kör kuyu, al­dığı sırlarla gürüldemeye başlar. İçi kaynıyor gibidir. Sonra aşka gelerek suyla dolmaya başlar. Sular yükselir, yükselir ve taşar. Öyle bir taşar ki etraftaki kamışlıklar bile bolca beslenir. 

Böylece kuyunun taşıdığı sırlar, kamışlığa sirayet eder. Kuyu rahatla­mıştır ama sırların yükü artık kamışların içindedir.

Bir gün bir bahar günü boyunlarıyla kuyunun yanından ge­çen bir çoban, kamışların gövdesine rüzgâr değdikçe ne kadar içli ve hoş nağmeler çıkardığını fark eder. Hemen bir kamış alır eline. Onu kurutup bekletir. Gövdesinde delikler açar ve üfle­meye başlar.

Bir gün Hazreti Muhammed, Hazreti Ali’yle kırlarda gezer­ken çobanın üflediği kamışın sesini işitir. Hazreti Muhammed bir an durup Hazreti Ali’ye bakar ve ‘Sen benim sırlarımı baş­kasına mı anlattın Ali?’ der. Hazreti Ali durumu anlatır. Kör bir kuyuya gidip içini boşalttığını söyler. Sonrasında neler oldu­ğunu anlayan Hazreti Muhammed, çobanın neye üflediği yöne doğru bakar ve “Bu kamış parçası kıyamete kadar benim sırla­rımı anlatacak ama yalnız kalbi açık olanlar bu sırları anlayabi­lecek” der. “İşte bu yüzden sufiler neye, sır taşıyıcısı derler.”

Kaynak: Hakan Mengüç – Ben Ney’im kitabı

Sabit Yazı

Sufi Ney Meditasyonu

Ney sesi, sufilerin bilgece sözleri ve hikayeleri bu topraklarda her daim manevi bir şifa olmuştur. Zor günler geçirdiğimiz şu zamanlarda sizlere iyi gelmesi için, kendi oluşturduğum sufi ney meditasyonunu paylaştım. Sizler güzel geri bildirim verdikçe YENİ kayıtlar yüklemeye devam edeceğim. Umarım iyi gelir. Bu kayıt tedavi amacı taşımamaktadır. Psikiyatrik hastalıkların tedavisi için bir alternatif değildir. Hastalık kategorisinde olmayan gündelik stres ve kaygı için rahatlama, gevşeme amaçlı yapılmıştır.

Meditasyon çoğu insanın bildiğinin aksine Hint dillerinden, ya da Budist dillerinden gelen bir kelime değildir. Meditasyon, Fransızca bir kelimedir. Birçok sözlük Fransızca meditasyon kelimesini Türkçe’ye “tefekkür” olarak çevirmiştir. Türk Dil Kurumu ise “dalınç” olarak çevirmiştir.

Fransızcaya ise Latince “meditatio” kelimesinden geçmiştir. Latince “meditatio” kelimesi “derin düşünme” anlamına gelmektedir.

Meditasyon kendini dinlemektir.

Yani meditasyon kelimesi herhangi bir dine veya felsefi öğretiye ait değildir. Budist tarzı yapılan derin düşünme tekniklerine Budist meditasyon denmiş, Hint tarzı yapılan derin düşünme uygulamalarına da Hint meditasyonu denmiştir. Bu yüzden biz de sufi düşüncesi temel alınarak yapılan derin düşünme tekniklerini Sufi meditasyon olarak isimlendiriyoruz.