Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Arşivler (page 24 of 40)

3 Adımda Harlem Shake ve Psikoloji

İnsanlara aptalca gelen danslar neden bu kadar popüler olur?

Mesela Apaçi dansı?

Şimdi de youtube’da binlerce belki de onbinlerce videosu olan Harlem Shake…

Peki Harlem Shake dansı nedir? Nasıl yapılır?

1. Herkes ciddi bir işle uğraşsın.
2. Bir kişi kendi kendine dans etmeye başlasın.
3. Bütün grup delirsin, bildiğin delirsin :)


İnsanlar bu dansları neden sever?
(Ben de dahil)

Çünkü bu danslar tamamen özgürce yapılır, içinden ne geliyorsa onu yaparsın. Fakat eğer Apaci veya Harlem Shake gibi danslar ünlü olmadan (toplum tarafından bilinmeden) içinden geldiği gibi oynarsan insanlar sana deli derler ama danslar ünlü olduktan sonra oynarsan, ‘A bak Harlem Shake’ yapmışlar derler ve yadırgamazlar.

22 kişi bir topun peşinden koşar ve bir kaleye top girdiğinde herkes deli gibi sevinir. Ama evde eşin çay yaptı diye bu kadar sevinsen eşin dahil sana herkes deli der.

Yani biz toplumun kabul ettiği delilikleri yapıyoruz ve bunları yaparken epey stres atıyoruz. (Bu iyi bir şey)
Herkesin içinde bir şablona bağlı kalmadan deli gibi dans etmek var, şarkı söylemek var, sevinmek vs. gibi şeyler var ama bunları toplumun kabul etmediği şekilde yaparsan sana deli derler toplumun kabul ettiği şeylerle yaparsan güzel yaptı derler.

Bu arada bu dansları meşhur edenler de toplumun ne diyeceğinden çekinmeyip gönlünce istediklerini yapanlar oluyor. Sonra da bu işi ilk yapan oldukları için iyi para kazanıyorlar.

Bir dostum şöyle demişti; Bir işi ya ilk yapan ol ya da en iyi yapan…

Şimdi bir kaç Harlem Shake videosuna bakalım :)


Esma Sultan Yalısında Ateş Yürüyüşü

Perşembe akşamı İstanbul boğazının kenarında, boğaziçi köprüsünün altında enfes manzaralı Esma Sultan Yalısında ateş yürüyüşü etkinliği düzenledik. Katılımcılar uluslararası bir GSM firmasının yurtdışından gelen üst düzey yöneticileriydi. Katılımcıların tamamı yabancıydı. Finlandiya’da gelen özel bir Ateş Yürüyüşü ekibi ile ortak çalışma yürüttük. Onlar kendi müşterilerinin memnuniyetinden ve lüksünden sorumluydu biz de güvenliğinden. Neden ateş üstünde yürüme yapılıyor? 1) Korkularımızın üstüne gitmek. Bir şeyi korkmamıza rağmen yapabilmek. Cesaret korkuya rağmen eyleme geçmektir. Korkunun üstüne gidebiliyorsan cesursundur. Ateş yürüyüşü yapan ve korkmalarına rağmen korkularının üstüne giden insanlar bilinçlerini ödüllendirirken bilinçaltlarına da güçlü bir kayıt yapıyorlar. 2) Bu güne kadar ateşten buram buram korkan bedenimiz ateşle yüzleşip (belli bir dereceye kadar) kendini yakmayınca, orada kendi potansiyelinin farkına varıyor. Kendi başınıza kesinlikle denemeyiniz. 5 Şubat 2013

Şirket ve gruplara özel olarak düzenenlen ateşte yürüyüş seminerinde tüm katılımcılar ekibimiz yönetiminde 450 ile 800 derece arasında değişen kızgın kömürlerin üzerinde çıplak ayakla yürüyor.

ates_yuruyusu_semineri

‘İçindeki Lideri Ateşle’ sloganı ile bugüne dek pek çok kurum ve kişiye ateş üzerine yürüme organizasyonu gerçekleştirdik.

Ateşte yürüyüş seminerlerinde 1 ton odun önce yakılıp köz haline getiriliyor, ardından katılımcılar 700 santigrat dereceye varan közlerin üzerinde çıplak ayaklarla yürüyor.

Unutmayın ki,

İmkansız olan her şey, sadece birisi onu yapana kadar imkansızdır.

Ateş Yürüyüşü Organizasyonu için bize ulaşın: +90 (533) 059 48 92

Ateşte Yürüyüş Organizasyonumuzdan kareler;

Organizasyonda, tamamen deneyimli 12 kişilik ekibimiz görev almaktadır. Organizasyonun büyüklüğü ve küçüklüğüne göre bu sayı değişim gösterebilmektedir. Grubun proje lideri Hakan Mengüç’tür.
Organizasyon alanındaki hem güvenlik hem de konfor için ekibimiz titizlikle çalışma yürütmektedir.
Alan etkinlik günü sabahı kurulup, önce ekibimiz tarafından denemeler yapılmakta ve katılımcılar için güvenli, konforlu bir deneyim için tüm eksiklikler giderilmektedir.
Ateş yürüyüşü bir insanın hayatı boyunca nadir deneyimleyebileceği bir organizasyondur ve kişiler hayatı boyunca bu organizasyonu hatırlarlar.

Ateş Yürüyüşü Organizasyonu için bize ulaşın: +90 (533) 059 48 92

Evrimsel Psikoloji

Not: Bu yazı evrime inanan veya yaratılışa inanan insanlara da zıt gelmeyecek bir şekilde yazılmaya çalışıldı, nedenini birazdan anlayacaksınız. Bu yüzden önyargılarınızı bu yazı boyunca bir kenara bırakın, merak etmeyin yazı bitince onlara tekrar sahip olacaksınız :)

Evrim inancı ya da teorisi: Bugünkü modern insan (Homo Sapiens), suda başlayan ve milyonlarca yıl içinde doğal seleksiyon yöntemiyle karaya çıkan hayvanlar, sonrasında da maymunlardan Homini cinsine en son Homo Sapiens insana dönüşüm sürecini anlatır. Biyoloji’ye göre evrim ise, canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanma sürecidir. 

Yaratılış inancı: Allah veya Tanrı (her kültürde ismi değişebilir), tüm canlıları yaratmıştır ve bir çok din (İbrahimi dinler veya Kur’an’a göre hak dinler) Adem ile Havva’dan geldiğimizi söylemektedir.

Yukarıdaki iki inancın da ortak savunduğu bazı görüşler vardır.  Bunlardan biri insanlık tarihi, diğeri de bedenimizin işleyiş şekli.

Dinin ilk insan, bilimin ise homosapiens (latince: düşünen insan) dediği insanlık tarihi tahmini 150 ila 200 bin yıl önceye dayanıyor. Elde edilen fosil kayıtları insanlığın avcı toplayıcı yaşam tarzından ateşi buluşu, sonrasında tarımı keşfedip yerleşik hayata geçmesi ve böylece günümüze geldiğini anlatıyor. Dini açıdan bakacak olursak ilk insan Hz. Adem’in tüm sırları bildiği varsayılır, peki neden medeniyet, yazının bulunması vs. tarihi en fazla 20.000 yıl geriye gidiyor?..

Din bilginleri bu konuya iki açıklama getiriyor. Birincisi Hz. Adem’e verilen sırlar, çocuklarının çatışması veya anlaşamaması sonucu dağılan ailelerin de etkisi ile kayboldu. Mesela yeni doğmuş bir çocuğunuz olduğunu varsayalım. Onu Afrika ormanlarının birine bırakıyorsunuz. O farkında olmadan onu besliyorsunuz ama beslemek dışında başka hiçbir müdahelede bulunmuyorsunuz. Böyle bir çocuk kendi hayat süresi içinde genetik anlamda daha avantajlı olmasına rağmen ne ateşi keşfedebilir, ne yazıyı ne de dili.. Yani bunların mutlaka aktarılması gerekir. Bazı din bilginleri bu aktarımın yaşanmaması sonucu bu duruma gelindiğini söylüyor. Bir diğer açıklama da Nuh Tufanı… (Bu anlatamayacağım, internetteki herhangi bir yerden okuyabilirsiniz.)

Her ne şekilde bu günlere geldiysek gelelim, yine bilimle dinin ters düşmediği nokta bedenimizin işleyiş şekli.

Bedenimiz bir hayvanınki gibi çalışır, tek amacı hayatta kalmak ve sonrasında üremek, çoğalmaktır. İnsanı insan yapan (ya da farklı kılan) bilime göre bilinci, dine göre ruhudur.

Yunus Emre bir şiirinde şöyle der:

Yunus öldü deyu (diye)

Sela verirler

Ölen hayvan imiş,

Aşıklar ölmez.

Burada Yunus Emre bedeninin bir hayvan olduğunu, onun bir gün çürüyeceğini ama ruhun ebedi kalacağını söyler. Dini inançlarda beden sadece geçici bir evdir, aslolan ruhtur.

Bir çok tassavvuf öğretisinde nefis terbiye edilir, böylece bedeni (hayvani) zevklerden ve onun zincirlerinden kurtulup, ruhani bir seviyeye yükselir. (Hristiyan, Musevi, Budist mistikleri de benzer inançları savunur.)

Peki bilime göre de, dine göre de hayvansı olan bu bedenimizin zihnimiz üzerindeki etkileri nelerdir? Aslında çoğu tassavvuf  öğretisi bedenimizin zihnimiz üzerindeki zararlı hayvani yönlerini kontrol etmeyi ya da yok etmeyi öğretir. İnsanı zararlı hayvansı yönlenirden kurtarmaya çalışır. Evrimsel psikoloji ise bu etkileri anlamaya çalışır.

Peki evrimsel psikoloji nedir? Evrimsel psikoloji atalarımızın yaşadığı onbinlerce yıl boyunca, bulundukları koşullarda yaşabilmek için uyum (adaptasyon) sağlama mekanizmalarının bu günkü psikoloji ve davranışlarını nasıl etkilediği üzerine çalışır. Bu konuda evrimsel biyolojiden yardım alır.

Mesela bir çok insan hayatında hiç yılan görmemiş olsa da yılandan korkar, bunun nedeninin genlerden aktarıldığı konusunda yaygın bir düşünce vardır.

Aynı şekilde doğuştan gelen iki korkumuz vardır, biri yükseklik korkusu diğer ise yüksek sestir. Yüksek ses bizi tehlikenin yaklaştığını haber verir, insanlar birbirlerine tehlikenin yaklaştığını bağırarak haber verirler. Bugün bile ‘kaaaaaç, çabuuuk kaaaçççç’ gibi yüksek sesle bağırarak arkadaşlarımızı uyarırız. (Bazı korkular da bilinç geliştikçe ortaya çıkar.)

Şimdi gelelim tüm bu olayların bizi etkileyen kısımlarına; Varoluşun bizi güdülediği dört temel prensip vardır:

1) Hayatta Kal! : Bedenimizin ilk önceliği hayatta kalmak, ölmemektir. Atalarımız için hayatta kalmak ilk önce  yemek bulmak demekti. Ve yemeklerini bugünkü gibi süpermarketten almıyorlardı, bazen bir avın peşinden aç bir şekilde 3 gün koşabiliyorlardı. Şimdi düşünün, insanların canları sıkkın olduğunda ya da mutsuz olduklarında ilk gittikleri yer neresidir?.. Buzdolabı…  Sadece düşünün.

2) Üre ve aile ol! : Eski zamanlarda insan nüfusu az olduğundan ve kabile şeklinde yaşanıldığından nüfusun artışı her zaman avantajdı. Tek başına kimse hayatta kalamazdı, oysa ne kadar çok ürerlerse aile o kadar büyürdü. Özellikle erkek çocuk daha büyük avantajdı çünkü erkekler ava giderlerdi, avda ne kadar çok güçlü insan varsa yemek bulma avantajı o kadar yüksek olurdu. Bu yüzden eski Türk filimlerinde hep erkek çocuk doğuran kadının daha önemli olduğunu görürüz, halbuki bunun şu an hiçbir avantajı yok, hiç kimse ava çıkmıyor, artık sadece beyni kullanmak yetiyor. Ama hala o insanları binlerce yıldır aktarılan psikolojik genler yönetiyor.

3) Bir gruba dahil ol! : Aile olduktan sonra aileyi korumanın en iyi yolu daha büyük bir gruba dahil olmak. Böylece hayatta kalma ihtimaliniz çok daha fazla artıyor. Günümüz insanlarında da hep bir gruba dahil olma ihtiyacı vardır. Bu yüzdendir ki takımlar, dinin içinde cemaatler, veya çeşitli kulüp ve prestijli topluluklar var. Ya da hiç olmadı dernekler vs. Bunların hiç birini eleştirmiyorum, sadece günümüz insanın bir gruba ait olma ihtiyacı var diyorum.

Büyük gruplar daha kolay avlanıyor ama daha fazla yemek ve su ihtiyacı var ve her zaman yemek su bol olmuyor. Bu da insanların hayatta kalmak için diğer ihtiyaçlarını doğuruyor.

4) Grubun içinde statü sahibi ol! : Grubun içinde ne kadar statü sahibi olursanız hayatta kalma oranınız o kadar artar. Bunun günümüzdeki karşılığı önemsenme, insanlar önemsemediklerinde kendilerini değersiz hissediyorlar. O yüzdendir ki önemsenme, kabul görme, değer verilme, sözünün dinlenilmesi, dikkate alınma, fikir danışılma insanlar için çok önemli.

Özellikle ilk 3 ihtiyaçları karşılanan ergenliğe yeni girmiş gençler önemsenmeye çok fazla ihtiyaç duyuyorlar. İlk 3 ihtiyaç derken, yeme sorunları yok, bir aile sahipler ve tüm giderleri başkaları tarafından karşılanıyor, iyi kötü bir gruba sahipler bazen takım bazen başka şeyler. Önemsenmeye ihtiyaç duyan bu gençler kendilerini önemseyen gruplara çok rahat kendilerini kaptırabiliyorlar. (Bir çok kötü alışkanlık bu gruplar sayesinde aşılanıyor.)

Şimdi yazımın sonuna gelirken şunu anlatmak istiyorum,

En yakın 200.000 yıllık olan atalarımızın torunuyuz ve onlar bizim hayatta kalmamız için öğrendikleri herşeyi bize aktardılar. Aktardıkları korkular bizim güvenliğimiz içindi, belki son 1.000 yıldır bu korkulara ihtiyacımız yok ama 199.000 yıldır aktarılan bilgiler asla bu kadar kolay silinmez. Onun için bir korku duyduğunuzda bunun nedenini kendinize sorun. Yukarıdaki 4 maddeyi tekrar inceleyin ve bunların hayatınızdaki etkisini bilinçli olarak farkedin ve bunları sağlıklı yollardan karşılamaya çalışın.

Şimdi size bir kaç soru;

Neden tanımadığımız birisinin gözüne baktığımızda hemen gözümüzü çeviririz? Neden gözlere bakmak bizde hemen tehdit ve kavga hissi uyandırır?

Neden tanımadığımız bir topluluğun karşısına çıktığımızda bedenimiz alarm durumuna geçer ve korkarız? Atalarımız kendi grubundan olmayan birilerinin karşısına çıktığında ne yaşamıştır? Ve bize nasıl psikolojik bir miras bırakmıştır?..

Ve ben tüm bunları  bir noktaya kadar aşabileceğimize inanıyorum, buna inanmamın sebebi ise sayısız trans çalışmalarımızla gözlemlediğimiz insanın gücüne, hayal gücüne ve yapabileceklerine dair örnekler…

Sevgilerle Hakan…

 

 

 

Hakan Mengüç Kişisel Gelişim Konuşması

Bazen bana şöyle mailler geliyor; ‘Gösterileriniz çok güzel, çok beğeniyor ve kişisel gelişim konusunda konuşmalarınızı da lütfen ekleyin.’
Ben de vakit buldukça ekleyeceğim. Sizlerle biri İstanbul, biri de Uşak’ta yaptığım 2 konuşmayı paylaşıyorum.

Bir duruma doğmak için bir duruma ölmek lazım

Bir duruma doğmak için, bir duruma ölmek lazım.
Tırtıl tırtıllığını terk ederse eğer kelebek
Tohum tohumluğunu terkederse ağaç,
Civciv yumurtasını terk ederse civciv olur.

Buna adanmak ta denir bazen..

Ünlü kemancı Menuin’e bir gün hayranlarında biri, ‘Sizin gibi keman çalabilmek için hayatımı verirdim’, demiş.
Menuin de ona, ‘İşte aramızdaki fark bu, ben verdim.’ demiş.

Sosyal Kimlik Teorisi

Tarihin en büyük suçlularından biri olan Adolf Hitler’in bizzat halk tarafından verilen oylarla, seçimle iktidara geldiğini biliyor muydunuz?

‘Hitler: Kötülüğün Yükselişi’ film afişi

 

Bilmiyorsanız ‘Hitler: Kötülüğün Yükselişi‘ filmini mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

Peki insanlar bu kadar kötü birisini neden iktidara getirmiş?

Henri Tajfel – Sosyal Psikolog

 

Bu konudaki önemli bir teori, temelini 2. dünya savaşında savaş mahkumu olan Henri Tajfel‘in yaşadıklarından alır.

1970’lerde yapılan bir dizi deney, daha sonradan sosyal psikolog olan Tajfel’in insanların görünüşte önemsiz nedenler yüzünden soyut gruplara olağanüstü derece bağlılık gösterdiklerini fark etmesini sağlamıştır. Bu nedenler arasında saç rengi, doğum yeri ve hatta deneyi gerçekleştiren  tarafından rastgele o gruba konması bulunmaktadır.

Çocuk Obama’nın saçını merak etmiş, Obama’da ona başını uzatıyor.

Bu, sosyal kimlik teorsidir. Bu grupların lidere ihtiyacı vardır ve Amerikalı psikolog Michael Hogg, 1990’larda grup üyelerinin lider olarak ‘en iyi ve en zeki‘ kişiyi değil, kolayca özdeşleşebilecekleri kişileri seçtiklerini göstermiştir.

Obama’nın halktan tavırları, çocuklarla olan diyalogları, şehrin içinde bulunan restoranlarda yemek yemesi Amerikalıların Obama’yı halktan biri gibi görmesini sağlamaktadır.

En iyi liderler cesur ve karizmatik midir? Hayır, sosyal kimlik teorisi insanların kendi gruplarının en prototipik üyesini takip etme eğiliminde olduğunu söylüyor.

Obama halkın içindek bir restoranda yemek yiyiyor.

Seçkinlerin karar eğilimleri ile halkın karar eğilimleri birbirine paralel olmuyor.

Takipçileriniz gibi görünüp, onlar gibi giyinmeniz, sizi daha popüler bir lider haline getirip onlardan biri olduğunu duygusunu güçlendirir.

Şimdi bu bilgiler ışığında bizim siyasetimizi düşünün…
Şimdi Amerika’yı düşünün..
Şimdi televizyonda en sevilen figüleri düşünün.. (Acun gibi)
Şarkıcılardan en sevilenleri düşünün… (Sezen Aksu gibi..)
Futbolculardan en sevilenleri düşünün… (Sergen gibi…)
Habercilerden en sevilenleri düşünün… (M. Ali Birand gibi)

Türkiye’nin en iyi Türkçe konuşan kişisi haber sunduğunda onu izlemeyiz ama M. Ali Birand’ı hataları ile severiz, çünkü biz de hata yapan, bazen iyi konuşamayan insanlarız. Ve her zaman samimi kişileri severiz. Bu yüzden hafta içi her gün M. Ali Birand Ana Haber reytingde 5. oluyor.

Yorumlarda kendi düşüncülerinizi yazabilirsiniz.

Sevgiyle, Hakan.

(Not: Bu yazıyı M. Ali Birand ölmeden önce yazmıştım. Tahminimden çok daha fazla seviliyormuş. Ben de cenazesindeydim ve inanılmaz bir kalabalık vardı. Birbirine muhalif gazeteciler ordaydı. Cumhurbaşkanından tutun eski başbakanlara kadar oradaydı. Şanlıurfa’nın bir köyünden çelenk gelmişti, Diyanet İşleri Başkanı, Rum Patriği de oradaydı.. Irak Eğitim bakanı ordaydı. Birbirinden nefret eden siyasiler bile onun cenazesindeydi. İşte böyle bir adamdı o, herkesin sevdiği… Ve Kanal D onun öldüğü gün haber yayınlamadı sadece ondan bahsetti. Ve o gün bir haber programı ilk defa reytinglerde 3. oldu, tarihe geçti. Sadece onu izledi Türk halkı. Çünkü o kendi gibi bir adamdı, başkası olmamış kendi olmuştu.)

Ateşte Yürüyüş Semineri – 8 Aralık

8 Aralık Cumartesi günü İstanbul’da 250 kişi ile yine harika bir ateşte yürüyüş semineri gerçekleştirdik.

Saat 13.00’da başlayan programımızda konuk konuşmacılarımız dinledikten sonra saat 16.00 gibi ateşi yaktık. Sonra ben katılımcılara kuralları ve nasıl yürümeleri gerektiğini anlatıp bazı çalışmalar yaptırdım.
Saat 17.30 gibi yürümeye başladık ve etkinliğimiz 19.00 gibi sona erdi.

Neden Ateşte Yürüyüyoruz? Amacımız ne?

Öncelikle her yaptığımız şeyin bir amacı olması gerekmiyor. Bir şeyi amaçsız sırf eğlenmek için de yapabiliriz. Ama bizim bir amacımız vardı, amacımız mental gücümüzü farketmek ve bazı çalışmalarla güçlendirebileceğimizi göstermek onun dışında ise bir şeyi korkmamıza rağmen yapabilmek. Cesaret korkuya rağmen eyleme geçmektir.

İnsanlar o sıcaklığı hissedip, yürüyüp, ayaklarının yanmadığını görünce büyük bir güven kazanıyorlar. Çünkü bugüne kadar bilinçaltınızda hep ateş yakar korkusu var ve siz ateş üstünde yürüyorsunuz ateş yakmıyor. İşte bu bize bilinçaltısal bir değişim sağlıyor.

Paraşütle atlamak daha riskli olmasına rağmen, ateşte yürümek insanları daha çok değiştiriyor ve heyecanlandırıyor.

Bir gün yine bir ateş yürüyüşü seminerinde görüşmek üzere.

Video ve resimlere bakabilirsiniz.

Korumalı: Ders 3

Bu içerik parola ile korunmaktadır. Görmek için lütfen aşağı parolanızı girin:

Çocukların Bilinçaltını Veliler mi şekillendiriyor?

çocukların bilinçaltı

Bilinç dediğimiz yapı (korteks) tam anlamıyla gelişimini onsekiz yaşında tamamlar. Bütün davranışlarımızın, alışkanlıklarımızın kayıtlı olduğu bir oda düşünelim. Doğduğumuzda bu odanın kapısı tamamen açıktır ve içeriye her türlü bilgi girmektedir. Kapı biz büyüdükçe yavaş yavaş kapanmaya başlar.

Çocuklarda oluşan davranışsal bozuklukların en önemli nedenlerinden biri bilinçaltı kapılarının tamamen açık olması ve velilerin bunun farkında olmaması.

Mesela evinizde eşinizle bir kavga etmiş ya da bir arkadaşınıza telefonda küfür etmiş olabilirsiniz. İki gün sonra bu olayı unutursunuz, çünkü bilinçli olarak düşünür, abarttığınızı ya da o an gereksiz öfkelendiğinizin farkına varırsınız. Ama bilinçaltı kapısı tamamen açık olan çocuğunuz o olayı unutmaz ve benzer olaylarda yeni yüklemeler yaparak bunu davranışsal bozukluğu dönüştürür.

Bu yüzden çocuklarınızın yanında davranışlarınıza daha dikkat edin. Onlar sizin kadar bilinçli değiller ve tüm kayıtları bilinçaltına gidiyor.

Bilinçaltı tüm yaşananları koruma amaçlı kaydettiği için, benzer olayda vücudu hemen harekete geçirip tehlike var sinyali vermeye başlıyor. Biriken tehlike sinyalleri bazı arızalara sebep oluyor.

Çocuklar, bizim eserimiz…

Soru: Çocuklar her şeyi kayıt edip tehlike olarak mı algılıyor, o zaman yandık?

Cevap: Herkesten gelen şeyleri değil, otoritelerden (anne-baba-öğretmen) gelenler ve yoğun içerikli duygusal olayları kaydediyor.

Hakan Mengüç – 12 Kasım 2012 – 11:50

(Not: Bu yazılanlar Hakan Mengüç’ün sadece şahsi görüş ve fikirlerini yansıtır. Asla hekim önerisi değildir.)

bilincalti_cocuk