Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Arşivler (page 15 of 40)

Yaşamdır keyif almayı değerli kılan

Ekran Resmi 2015-02-12 20.03.41

Çocukluğumuzdan beri hepimizin yatağının altında sakladığı bir kutu vardır. Bu kutunun içinde küçüklü büyüklü toplar biriktirir, üzerini örter yatağın altına koyarız. Bu kutu tamamen bize aittir ve kimsenin onlara dokunmasına izin vermeyiz. Bu toplardan birine dokunmak isteyen olursa onu iter ve uzaklaştırırız. Tepkimizin boyutu da toplarınki gibi bazen büyük bazen de küçük olur.

İşte bu toplar hayatımız boyunca biriktirdiğimiz korkularımızdır. Değersizlik korkusu, kaybetme korkusu, sevilmeme korkusu, başarı korkusu, başarısızlık korkusu? Davranışlarımızın çoğunun bilinçli seçimler olduğunu sanırız. Ancak çoğu korkularımızdan kaynaklanır. Mesela kilo vermek istediğimiz için sağlıklı beslenmeyi seçtiğimizi söyleyebiliriz. Bu bilinçli bir karar gibi görünüyor. Peki gerçekten neden kilo vermek istiyoruz? Zayıfken ?kendimize güvenimiz? mi artıyor? Sevgilimiz bizi daha çok mu ?seviyor? yoksa insanların bizi beğeniyor olması bizi daha ?değerli? mi hissettiriyor? Şimdi cümleyi tersten okuyalım. Kendimi yeteri kadar değerli görmüyor muyum ki insanların beni değerli görmesine ihtiyacım var? Kendimi yeterince sevmiyor muyum ki bir başkasının sevgisine ihtiyacım var? Kendime yeteri kadar güvenmiyor muyum ki kendime daha fazla güvenmek için zayıflamaya ihtiyacım var?

Arkadaşlarımızla güzel bir havada sohbet edip kahvemizi içerken yaşadığımız anın tadını belki de hiç bu kadar çok çıkarmamışken, tüm sınavlarımız beklediğimizden de iyi geçerken, işimizden beklemediğimiz bir kazanç sağlamışken, ilişkimizde her şey harika gidiyorken birden içimizden bir ses ?birazdan her şey bozulacak ? der ve kaçar. O sesi önemsememeye çalışsak bile her seferinde haklı çıkmasından bıktığınızı biliyorum. O anda kutunuzdaki toplardan biri olan kaybetme korkusu zıplamaya başlar çünkü. O korku her zaman haklı çıkmak ister siz kaybedene kadar direnir ve kaybedince rahatlar. Siz de sızlanmaya, mutsuzluğunuzu dile getirmeye başlarsınız. Tüm bakış açınız negatife kayar. Peki ya bu noktaya kadar başardığınız işler, geçtiğiniz sınavlar, günün keyfine vardığınız anın hazzı, ilişkinizde yaşadığınız güzel günlerin mutluluğu? Onlarla neden yetinemiyoruz? Neden kazanmak kadar kaybetmenin de doğanın kanunu olduğunu kabullenemiyoruz? Buna belki insan doğası belki de dış etkilerden kaynaklanan bir güdülenme diyebiliriz ama benim için önemli olan bunu nasıl yönetebileceğimiz. Yönetmek, fark etmek ve tanımakla başlar. Önce kendinize şunu sorun benim yaşamımın değerini belirleyen şey ne? Zevkler mi, para mı, sevilmek mi ? Arabanız, statünüz, kıyafetleriniz, işiniz, saatiniz, arkadaş çevreniz mi?

Bir an için dünyada hiçbir zaman var olmadığınızı düşleyin. Arkadaşlarınıza, ailenize, işinize, evinize, sevdiğiniz kazağınıza hiçbir zaman sahip olmadınız. Tanıdığınız hiç kimse sizi tanımıyor. Onların arasında hayalet gibi dolaşın. Bir tarafta aileniz hep beraber toplanmış birlikte gülüyor sohbet ediyor; diğer tarafta arkadaşlarınız bir sorunu aşmak için birbirlerine destek oluyor. Peki siz hayatın bir yanında gülmeyi bir yanında üzülmeyi göze alarak ?varolmayı? istiyor musunuz? Yaşamın değerini belirleyen ne keyifler ne üzüntüler. Yaşamı değerli kılan tek bir şey var: SEN!

Teşekkürler Ceren Kayalar

Hayat kırkından sonra değil, farkından sonra başlar

kirkinda

İnsanların tamamı doğar ve ölür ama çok azı gerçekten yaşar. Hayatlarının büyük bir kısmı doğdukları ortamın kurallarını hiç sorgulamadan yaşamakla geçer.

Yanlış olduğunu bildiği kuralların, sırf kendinden yaşça büyük insanlar belirledi diye,doğru sayıldığını bilmesine rağmen karşı koyamaz. Çünkü yaşın sadece zaman boyutunun matematiksel düzeye indirgenmesi olduğunu farketmemiştir. Ancak gün gelip farkettiğinde, hayat işte o an başlar. Sorgular ve böylece öğrenir, öğrendiklerini uygular ve bu sırada daha çok öğrenir, kendisini sorgular ve değişir, sonunda da öğrendiklerini öğretir.


Artık doğ-büyü-öl döngüsü artık kırılmış, Sorgula-öğren-farket döngüsü başlamıştır.

İnsan;
Sorguladığında doğar,
Öğrendiğinde büyür,
Farkettiğinde yaşar,
ve öğrettiğinde;
Ölümsüzleşir.

Teşekkürler Mustafa Oğulcan Alımcı

Aşk hevesin bitene kadar, sevda nefesin yetene kadar

asksevda

Ne yüce bir duygusun ?sevgi??
Uğruna ne şiirler ne şarkılar yazılmış, ne dağlar delinmiş, çöller aşılmış, yollarına düşülmüş, mecnun olan ugrunda ölmüş? Kimi sevgiyi yeni doğmuş bebeğin yumuk yumuk ellerinin arasında bulurken, kimi sevgilinin ilk dokunuşunda bulmuş? Kimi gözyaşlarını silen annenin parmaklarında, kimisi de babanın güven veren kollarında? Bakmayın öyle kolay betimlendiğine. Her ne kadar kolay anlatılır bir şey olsa da öyle her yiğidin harcı değil sevmek. Yani tüm saflığıyla sevmek? Çünkü gercek sevgi, yurek kapisinin, gonul gozunun acilmasini ister. Yaşaminin kaynağını oradan alir. Kelimelerden, dudaklardan, gözlerden veya ellerden tasar. Kendi yolunu bulur… O sözlerin, gözlerin, tenin sıcaklığı da, bu kaynağından gelir işte. Hayatının amacını, anlamını arayan insan, yüreğindeki bu duyguyu serbest bıraktığı anda özüne daha çok yaklaşmış demektir. Çünkü sevmek, ona benligini tamamen açmaktır. Tüm çıplaklığınla sen ?sen? olurken, onu da en saf haliyle tanıyıp sevmek demektir.

Evet, bir de aşk var? Herkes içinse apayrı bir tanımı var. Benim için aşk, normalde yaptığın şeyleri, onunla deneyimlediğinde hissettiğin o eşsiz zevk, hayatına katılan o yüce anlamdır. Aşk kaynağını, anlamını, sımsıcak sevgiden alır. Ne zaman ki, benlik arayışı biter? İşte o zaman aşk da gider. Bu yuzden, Bir tek sevgi kalır geriye. yeniden hatırla özünü ve yeniden anlamlandir askla hayatini diye…
Aski disarda mi arar gozler? İste gonul burada devreye girer ve derki Sems’in dilinden;
“Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişsin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım.”

Teşekkürler Derya Bilir

Mekan her zaman bulunur da, huzur veren insan her zaman bulunmaz

mekanherzamanbulunur

Kahkaha sesleri, açılıp-kapanan kapı sesleri, güvenle yere vurulan ayak sesleri, kuşların cıvıltı sesleri, kedi-köpek sesleri, ezan sesleri, dünyayı inletecek desibelde marş sesleri, klankson sesleri, hafriyat kamyonundan boşalan yükün sesleri, ?arkadaşlar korteji bozmayalım? sesleri, dalgalanan bayrak sesleri, megafonun cızırtılı sesleri? Her biri dış kulağımı yırttı. Çekiç, örs ve üzengimi paramparça etti. Akabinde iltihaplanmaya pek meyilli iç kulağımda tüm gücünü hissettirdi.

O an babam sırtıma vurdu, ‘Yan tarafa geçelim, eski bir dostu gördüm’ dedi.
Ellisini geçmiş, ak saçlı iki adamın kucaklaşmasını gördüm. Şahit olduğum en samimi, en içten, en sıcak sahnelerden biriydi. Dağ dağa kavuşuyordu. Vedat abiydi bu. Babamın gözlerindeki ışıltı vücudumu delip geçiyor, burnumdan çektiğim hür nefesi beyin hücrelerime en kısa yoldan gönderiyordu. Vedat abinin fiziksel varlığı, her bir anıyı tekrar babamın zihninde tazeliyordu.

Babam sırtıma tekrar dokundu. ‘Bak oğlum, binlerce ses arasından şu diyeceklerime kulak ver. Biz Vedat abinle, şantiyelerde aynı odalarda kaldık. Fabrika günlerinde beraber üretim yaptık. Sendika lokalinde çay içerken aynı takımın tarafında saf tuttuk. Beyazıd meydanına, hak aramaya birbirimize duyduğumuz güven sayesinde gittik. Sabahları pastanede böreğe kaşık atarken hiç konuşmazdık, sessizce söz verir gibi işin yolunu tutardık. Oğlum nice güzel manzaralar, kıyıya vuran dalgalar gördüm. Sülaymaniye?de ezan sesi, Haydarpaşa?da son banliyönün varış sesini duydum. Hiçbiri Vedat abinin, ?ben yanındayım? deyişi kadar etkilemedi beni. Sen, sen ol; ailenden arkadaşlık, arkadaşlarından aile kur.’

Taksim Meydanı?na varmıştık. İğne atsan yere düşmez. Mayısın en güzel gününde iki kere sırtıma dokundu babam. Oysa dokunduğu yüreğimdi. Seninle o gün tanıştım baba. Sakin ruhundan katık ettiğin yakışıklı kelimelerinin arasında buldum o sesi. Yer yuvarı yaşanır kılan, coğrafya parçaları değil onları ilmik ilmik işleyen sevginin sonsuzluğuydu. O gün yüreğime ektiğin arkadaşlık tohumu bir bir fidan oluyor. Günlerin bugün getirdiği kıyılarımı gölgelendiren yemyeşil ağaçlardır.

Teşekkürler, Hıdır Ferahoğlu

Saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur.

Saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur.

Yaşadığımız her acının bizden bir şeyler koparttığını, hayatımızdan bir şeyler çaldığını düşünebiliriz. Başımıza gelen her bela bize çok yoğun acılar da verebilir.

Fiziksel ve duygusal olarak yaşadığımız kayıplar bizim için büyük bir yıkımdır. Oysa bu durum, bizim özgürlüğe ulaşmamızı sağlayan bir yoldur. Çünkü saf bilinç, bir şeyler eklenerek değil bir şeyler alınarak oluşur. İnsan içinde ve dışında yaşadığı her yitirme durumunda, kendi özüne biraz daha yaklaşarak, varoluşuna bir yol açmış olur.

Hayatımızdaki kayıpları kabullenmemiz gerekir. Bu yıkımlara karşı direnç göstermemeliyiz. Kayıp bizim yaşamımızın doğal bir parçasıdır. Bu kayıplar bizi gerçek öze ulaştırır. Her felaket, bize ıstırap verse de büyük bir açılım için gizli bir güçtür aynı zamanda…

Teşekkürler Çağlar

Yanında çocuk gibi mutlu olduğun kişi sahip olduğun en değerli şeydir.

cocuk

Sevgi bize bahşedilen duyguların en değerlisidir. Bu yüzden kalbimizin derinliklerine saklarız onu, koruruz. Sadece bize güven veren insanlarla paylaşırız. Birinin kalbinde yer bulmak istediğimizde de anahtarın “güven” olduğunu biliriz. Güven inşa etmek ise oldukça meşakkatli bir iştir. Temelinde saflık yatar.

Güvenin olduğu yerde yalana, riyaya, kibir ve kıskançlığa yer yoktur. Tıpkı annesinin koşulsuz sevgisinden beslenen bir çocuğun henüz kirlenmemiş kalbi gibi… Hepimiz bir zamanlar çocuk değil miydik? Ne oldu da içinde salt sevgi bulunan kocaman kalbimiz küçüldü ve biz duygularımızı bir çocuk kadar saf yaşayamaz olduk? Bir çocuğun sevinmesi de içtendir üzülmesi de… Ağlaması da içtendir gülmesi de…

Peki biz kaç kişinin yanında “çocuk gibi” ağlayıp gözyaşlarımızı gizlemeye çalışmayacak ya da “çocuk gibi” sevinip çığlıklarımızı yutmayacak, kahkahalarımızı bastırmayacak kadar doğal olabiliyoruz? Kaç kişi bize bu güveni, bu sıcaklığı hissettiriyor ya da biz kaç kişiye hissettirebiliyoruz?

Güven bize bu sıcaklığı veren insanlarda vücut buluyor ve sevgiye temel oluşturuyor. Sevgi ise en doğal haliyle yaşandığı zaman değerli. Bizler, insanlara doğal olma fırsatı verdiğimiz, onları en saf, en “kendi” halleriyle kabul ettiğimiz sürece sevmeye; kalbimizdeki çocukluktan kalma sıcaklığı koruyabildiğimiz sürece de sevilmeye layık oluruz.

Teşekkürler Özge Güler.

Tek başına hayatı öğrenen insanı kimse yokluğu ile korkutamaz

tekbasina

Tırtıllar kozalarının içindeyken dışarı çıkabilmek için haftalarca gece gündüz çalışırlar. Çünkü minik tırtıllar için yumurtadan çıkmaları çok zordur. Bunu gören araştırmacılar tırtılların zorlanmadan kozadan dışarı çıkabilmeleri için kozaya bir delik açarlar.

Böylece tırtıllar, çok daha kolay bir şekilde dışarı çıkmayı başarırlar. Fakat aynı bilim adamları, kozalarını yırtmalarına yardım ettikleri kelebeklerin bir süre sonra aniden düşüp öldüklerini tesbit ederler. Yaptıkları araştırma sonucunda tırtılların kozalarını yırtmaya çalışırken aslında kaslarını geliştirdiklerini anlarlar. Kendilerine yardım edilen tırtıllar kaslarını yeteri kadar geliştiremedikleri için hayatta kalacak gücü kendilerinde bulamazlar ve kısa bir süre sonra düşerek ölürler.

Bazı şeyler yapılmalıdır ve mutlaka ‘yalnız’ yapılmalıdır.

Ertelediğin şey mutluluğun ise, kaybedeceğin şey koca bir ömür olur.

Hele şu okul bitsin aşk sonra,
hele bir ev alalım tatil de yaparız inşallah,
hele bir işler hafiflesin annemi arayacağım…
Hep bir sonrasına ertelenen ‘hayat’lar.

Yıllar sonra geriye dönüp bakıldığında keşkelerle başlayan cümleler. Ama maalesef hayatın geri dönüşüm kutusu yok. Sahip olduğumuz tek zaman dilimi ‘an‘dır ve hayat bu ‘an‘ların toplamı.
Hedeflerinize ulaşmak için soluksuz çalışırken, çocuğunuzun ilk adım atışını göremeyebilirsiniz, telefonun ucunda hasretle sizin aramanızı bekleyen anne ya da babanızı aramak için artık müsait olduğunuzda çok geç olabilir… Güzel bir güne sağlıkla uyandığınız zamanlar, yıpranmış bedeninizin isyanıyla mazide kalırken sahip olduklarınız sizi gerçekten de ‘mutlu’ etmiş olacak mı?
Hayatın her anında mutluluğu yakalayabilmektir aslolan… Küçük bir çocuğun kahkasında, yaşlı birine yardım ettiğinizde, birinin gülümsemesine neden olduğunuzda, denizin mavisinde, kuşun ötüşünde, baktığın her yerde her ‘an’ da seninledir mutluluk… Sen onu ötelersen ileriye, aslında hep yanında olduğunu göremeden tüketirsin koca bir ömrü….

Bir kasabada küçük bir kedi yaşarmış. Küçük kedi sabah erkenden kalkar, akşam karanlığına kadar kuyruğunu yakalamaya çalışırmış. Ve tabi ki kuyruğunu yakalayamazmış. Etrafında fırıldak gibi dönermiş. Küçük kedinin halini gören büyük bir kedi, küçük kediye ‘ne yapıyorsun?’ diye sormuş.
‘Nedir senin bu halin sabahtan akşama kadar etrafında dönüyorsun?’
Küçük kedi cevap vermiş: ‘Kuyruğumu yakalamaya çalışıyorum.’
Büyük kedi: ‘Yakalasan ne olacak ki?’
Küçük kedi cevap vermiş: ‘Mutluluğu yakalayacağımı söylediler.’
Büyük Kedi: ‘Yakalayamazsın, biz de senin yaşındayken mutluluğu yakalamak için kuyruğumuzu çok yakalamaya çalıştık ama?’
Küçük kedi: ‘Yakaladınız mı peki? Büyük kedi cevap vermiş: ‘Hayır’
Küçük kedi: ‘Peki ne yaptınız?’
Büyük kedi cevap vermiş: ‘Ben gittim, kuyruğum arkamdan geldi?’

Teşekkürler Handan Önder

Bazı acılar faydalıdır

acilarfaydali
Evrende her şey zıttıyla var olur. Sevgi nefretle, acı mutlulukla, üzüntü sevinçle?
İstediğimiz her şey bize zıttıyla beraber gelir. Bunlar madalyonun iki yüzüdür. Acı çekmeyi göze alamıyorsak aşık da olamayız. Düşmekten korkarsak yükseklerde uçmanın heyecanını yaşayamayız. Ayağımızın yere değdiği güvenli kıyılarda yüzmeyi seçersek okyanusu keşfedemeyiz.

Bazı klasik deyişler vardır; ?Bir şey olmuyorsa daha iyisi olacağı içindir? gibi. Evet bu söz kötü olaylar yaşadıktan sonra insana kendini iyi hissettiren bir söz. Hatta doğru da olabilir ama biz buna bel bağlamamalıyız. Üzgünüm ama bir şey olmuyorsa onun neden olmadığını anlayana kadar kendimizi zorlamalıyız yoksa aynı acıyı tekrar yaşamamız kaçınılmaz olur. Yine eskilerin deyimiyle ‘Hayatta vermediğimiz dersten hep ikmale kalırız.’

Her acı beraberinde bir sürpriz getirir. Bu sürprizi fark edip açana kadar bize daha büyük acılarla gelmeye devam edecektir. Bu korkutucu bir şey değil. Hayatı yaşanılır kılan gizli bir oyun aslında. Sadece acının içerisinde onu biraz aramamız gerekiyor. Değerini daha iyi anlamamız ve farkındalığımızın artması için bize hazır sunulmuyor.

Hayatımızda yeni bir yol istiyorsak acılarımıza bakmamız gerekiyor. Onlar bizim bilgi hazinemizdir. Yalnızca o anılardan topladığımız taşlardan oluşturacağımız yol bizi daha anlamlı bir hayata ulaştırabilir. Unutmayın ömrü boyunca mutlu olmuş bir insanın hiç tecrübesi olmamış demektir?

Teşekkürler Ceren Kayalar

Hayırlısı ne güzel kelime

hayirlisineguzel

 

Hiçbir mutluluk suya sabuna dokunmadan insanın eline hazır sunulmaz. Ya önceden ya da sonradan mutlaka bedeli ödenir. Eğer yaşam mücadeleni coşku, sevgi, azim ve inançla verebiliyorsan, bu süreçte uğradığın hezeyanlar, hüsranlar başarıya giden yolda uğrayacağın istasyonlardan herhangi biridir.

Bir gün, oğlunun cana can, dişe diş bir basketbol maçını izleyen baba, skoru berabere olan bu maçın, son dakikasında oğluna verilen penaltı şansını heyecanla izlerken, oğlunun maçın kaderini belirleyecek bu şansı değerlendiremediğini görünce oğlu adına çok üzülür. Arabaya bindiklerinde hiç konuşmazlar.

Oğlunun yaşlı gözlerini saklamaya çalıştığını gören baba çaresizlik içindedir. Ne diyeceğini bilememektedir. Hiç konuşmadan bir süre yola devam ederler. Baba ilk defa kendini bu kadar çaresiz hissetmiştir. Bir süre sonra uygun bir yer bulur ve arabayı durdurur. Oğluna parkta bir çay içmeyi teklif eder. Oğlu çok üzgündür, konuşmak istemediğini söyler. Baba elini oğlunun omzuna koyar ve şöyle söyler, “Oğlum biliyorum şu an çok üzgünsün, ben de senin adına ve takımın adına bu üzüntünü paylaşıyorum ve seni çok iyi anlıyorum. Sana bir şey soracağım, bana cevap vermeni istiyorum.” Oğlu üzgün ve mahçup bir şekilde babasına “evet” dercesine bakar.

Baba “Bak oğlum sen bu maçta bütün samimiyetinle elinden gelenin en iyisini yaptığına inanıyor musun?”
Oğlu: “Elbette inanıyorum”
Baba :”Peki mücadeleni coşkuyla mı verdin”
Oğlu: “Tabiki de”
Baba: “Peki heyecanlandın mı?”
Oğlu: ” Hem de her hücremde hissedecek kadar”
Baba: “Oğlum sen mücadeleni takımın adına bütün samimiyetinle, coşkuyla ve heyecanla verdikten sonra, elinden gelenin en iyisini de yaptıktan sonra sonucun ne olduğunun o kadar da bir önemi yok. Ben bir baba olarak seni izlerken gurur duydum. yaşam uzun soluklu bir serüvendir. yaşamın içinde kazanmakta var kaybetmekte. önemli olan içinden geldiği gibi içtenlikle ve coşkuyla mücadele etmek. Başarı elleri kremli salon çocuklarını değil, elleri nasırlı ve dizleri kanamış çalışkan çocukları sever. Yaşam becerisi sadece kazanmayı değil kaybetmeyi de göğüsleme sanatıdır.
Oğlu:” baba bana kızmadın mı? benden utanmadın mı?
Baba: “seninle sadece gurur duydum. İyi ki benim oğlumsun, iyi ki varsın.”

Bu hikâyeyi duyduğumda çok etkilenmiştim. Kendi hayatımı gerçekleştirme yolunda önüme çıkan birçok engel oldu. ellerimde nasırlar dizlerimde de çok yara izleri var. Doğru bildiğim yolda tek başına da kalsam yürümeye devam ettim. önemli olan gittiğiniz yer kadar yaptığınız yolculuk. yeter ki o yolculukta size inanan ve yorulduğunuzda pes etmeyi düşündüğünüzde sizi yüreklendiren birileri olsun.

Ne demiş atalarımız? ”Önce eşeğini sağlam bir kazığa bağla sonra tevekkül (emanet) et Allaha”

Bu güzel yazı için Selda Çakın’a teşekkürler.

Başkalarının düşünceleri bizi etkileyebilir mi?

telepatidusunceFizikçiler kuantum partiküllerinin birbirlerini aynı yerde olmaksızın etkilediklerini birçok araştırma ile ortaya koydu.

Peki insan zihni kuantum partikülleri gibi, bir başka insanın zihnine karışabilir miydi? Evet karışabilir. Bir annenin bin kilometre uzaklıktaki oğlunun hastalığını hissetmesi, bu fenomenle açıklanabilir mi?

Kuramsal fizikçi Amit Goswami, Meksika Üniversite’ndeki araştırmaların insan zihinlerinin mekansız bağlantı kurdukları gerçeğini ortaya çıkardığını söyler; ‘Kuantum mekansızlığı beyinler arasında da gerçekleşir.

Bir Meksika Üniversitesi deneyinde iki kişi, ortak bir meditatif evre deneyimleme niyetiyle 20 dakika boyunca elektronik olarak muhafaza edilmiş bir Faraday odasında yan yana meditasyon yaptı. Sonra meditasyon yapan denekler, bir deneyde birbirlerinden üç metre, diğer bir deneyde ise 14,5 metre uzakta iki ayrı odaya kondu ve EEG makinelerine bağlandı. Deneklerden birinin gözlerine, ‘tepkisel potansiyel’ adında eşsiz bir beyin-dalgası kalıbını tetikleyen kırmızı bir ışık verildi. Dört vakadan birinde, diğer kişinin beyni karıştı, kişi ışığı görmese de ya da ışığın yakıldığını bilmese de ışık kendiliğinden tepkisel potansiyel beyin-dalgası kalıbı yarattı.

İçinde bulunduğumuz toplumun, şehrin, mahallenin hatta apartmanın ve orada yaşayan insanların düşünceleri, enerjisi bizi etkiliyor mu? İlk olarak İsviçreli Psikiyatr. Carl G. Jung‘un ortaya attığı, daha sonra çeşitli araştırmacılar tarafından geliştirilen toplumsal bilinçaltı kavramı acaba gerçekten bu kadar etkili mi?

Düşüncelerinizi önemseyin, sandığınızdan çok daha güçlü olabilirler.

‘Sen düşünceden ibaretsin, gül düşünür gülistan olur, diken düşünür dikenlik olursun.’ Mevlana