Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Arşivler (page 20 of 40)

Frued ve Mevlana’nın kadın hakkındaki görüşü

Frued’un Teorisi: Kadınlarda Doğuştan Gelen Yetersizlik

Frued’un öne sürdüğü doğuştan yetersizsizlik (penis kıskançlığı) kavramına inanmış veya farkında bile olmadan inandırılmış bir kadın, bilmeden bir ömür boyu bu yetersizliği aşmaya çabalayacaktır.

İki farklı çabalama türü  ile karşılaşırız. Bu çabalamanın ilkinde kadında erkeksileşme görülür. Erkek gibi davranınır ve farkında bile olmadan erkeklerle yeterlilik konusunda bir yarış haline girer. Böyle bir kadın ilişki hayatında maalesef çok kötü deneyimler yaşayacak ve bir süre sonra yalnızlığa mahkum olacaktır.

İkinci çabalama da ise kadın dişiliğini kullanıp öne çıkmaya çalışacak, göğüslerini, bacaklarını ve seksi kadınsılığını sergileyip bir avantaj yaratma yarışına girecektir.

Kadın Kutsaldır

kadin_feminen

Oysa ki kadın yeni bir hayatın yaratılmasına vesile olan kutsal bir varlıktır. Sezgileri erkeklerden çok daha güçlüdür. Ve feminen (dişi) enerjisi ile erkeğin arkasındaki asıl güçtür. İslam’da ‘Cennet anaların ayakları altındadır.’ sözü dahi kadınlara verilen önemi göstermektedir.

Bu yüzden kadının tüm bu yönlendirmelerden kurtulup, kendi ‘ben’i ile buluşması ve kendi feminen enerjisini ortaya çıkarması gerekir. İşte o zaman tam anlamı ile tasavvufta nefs-i mutmain denilen tatmin olmuş bir insan haline gelecektir.

Son olarak Mevlana’nın kadınlar hakkındaki bir sözü ile bitirmek istiyorum.

‘Kadın, Hak nurudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil.’ Mevlana

Kaynak: Mustafa Merter – Dokuzyüzkatlı İnsan

Aslan bakımı nasıl yapılır?

Güney Afrika eğitimimde, Limpopo Preadators Park & Animal Rehabilitation Center’da hayvan davranışlarını öğrenmenin yanı sıra, yavru aslan ve yavru bengal kaplanlarını beslemeyi, yetiştirmeyi öğrendik.

Türkçe’de bu konu ile ilgili bir kaynak olması açısından bu yazı yazmaya karar verdim.

Yavruları Diğer Erkeklerin Hışmından Kurtarmak

Doğada erkek aslanlar, kendisinden olmayan diğer aslan yavrularını öldürüyorlar. Bu yüzden, aslan bakımı yapılan yerlerde aslan yavruları doğumdan birkaç gün sonra hemen annelerinin yanından öldürülmemeleri için alınıyor.

Yavru bebek aslanlar biberonla besleniyorlar. Annelerinden alındıktan sonra 4 saatte bir özel hazırlanan aslan sütü ile besleniyorlar. Her 4 saatte bir 200 ml ılık aslan sütü veriliyor.

Bu gördüğünüz yavru bengal kaplanı ama o da aynı aslanların beslendiği aslan maması tozu ile yapılan sütle besleniyor.

Bu gördüğünüz yavru bengal kaplanı ama o da aynı aslanların beslendiği aslan maması tozu ile yapılan sütle besleniyor.

Yavru Aslanların Beslenmesi

Lion Milk Replacer diye özel bir toz var, bu tozdan blendera (karıştırıcı) 600 ml koyup üstüne su ekleniyor.

aslan_maması

Afrika’da kullandığımız Aslan maması tozu

aslan_mamasi_yapimi

Afrika’da kullandığımız blender

Daha sonra bu sütü bir sürahiye boşaltıyoruz, oradan da biberonlara aktarıyoruz.

Biberonlardaki sütün ılık olması için, bir kaba sıcak su koyup, biberonları kısa bir süre bu kapta bekletiyoruz.

beyazaslanhakan.jpg

Gecenin ikisinde kalkıp yavruları beslemek bir süre sonra zor geliyor :) Ve unutmayın beyaz aslanları beslemek sarı aslanlara göre daha zor. Çünkü biberonu kabul etmiyorlar. Beni ne uğraştırdılar :)

Biberonların Dezenfekte Edilmesi

Yavru aslanlar annelerinin yanından yeni ayrıldığı için dezenfekte işine dikkat edilmesi gerekiyor. Bebekleri besleyen kişiler mama vermeden önce, ortalama 4 litre su içine atılmış bir kapak çamaşır sulu kaba ellerini batırıp, önce kendi ellerini dezenfekte ediyorlar.

Biberonlar ise yemeklerden sonra iyice yıkanıp aşağıdaki çektiğim fotoğraftaki gibi büyük bir kovanın içine koyuluyor. Bu kovanın içine de her gün iki tane Milton dezenfekte ilacı atılıyor ve su her gün değiştiriliyor.

aslan_emzik

Orada çok yavru aslan olduğu için, kovanın içinde epey biberon var.

Biberonların olduğu kovanın içine koyulan tablet ilaç

Biberonların olduğu kovanın içine koyulan tablet ilaç

 

Yavru Aslanların Tuvaleti ve Uyuduğu Yer

İşin en sıkıcı kısmı yavru aslanların tuvaletini yaptırmak. Süt içirdikten sonra ıslak mendili popolarına sürtüyorsunuz ve tuvaletlerini yapmalarını bekliyorsunuz. Bu işlemi her mamadan sonra yapmak gerekiyor yoksa tuvaletlerini yuvalarına yapıyorlar ve her yerleri kaka oluyor.

Ayrıca kaka ve çişleri bir liste ile kontrol ediliyor. Bazı yavru aslanların kakalarında kan çıkabiliyor, kan çıkan aslanların mutlaka veterinere götürülmesi gerekiyor.

Gece de üşümeyecekleri ama rahat hava alabilecekleri bir yuvada kalmaları gerekiyor.

aslan_hakanmenguc

Yavru aslanlar taşınırken annelerinin yaptığı gibi enselerinden tutuluyor.

 

hakan_aslanlarla hakanmenguc_aslanlarla

 

 

 

 

 

 

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?

Evrim teorisinin, İslam tarihinde Darwin’den bin küsür yıl önce ele alınmış ve işlenmiş olduğunu çeşitli kaynaklardan görebiliyoruz. Darwin’in evrim teorisi ile İslam düşüncesindeki evrimin farkını kısaca şöyle özetleyebiliriz; Darwin evrimi, doğal seçilim, uyum sağlama ve tesadüfler gibi etmenlere bağlarken, İslam düşüncesindeki evrimciler, tüm bu süreci Allah’ın yarattığını söyler.

El-Cahız ve Evrim (M.S. 761-898)

el_cahızİslam düşüncesinde evrimleşme konusunu ciddi bir şekilde ilk işleyen kişilerden biri İslam felsefesi konusunda kitapları olan El-Cahız‘dır. El-Cahız’ın, Kitab el-Hayavan (Hayvanlar Kitabı), 350’den fazla hayvan türünü şiirsel anlatım, anekdotlar ve atasözleri ile açıklayan ve tanımlayan ansiklopedik bir eserdir.

Kitapta el-Câhiz doğal çevrenin hayvanlar üzerindeki etkisinden söz etmiş ve evrim kuramından bahsetmiştir. Çevrenin bir hayvanın hayatta kalma olasılığına etkilerini incelemiştir Kitapta el-Cahız besin zincirlerinden de, örneklerle, bahsetmiş ve böylece bu kavramdan bahseden ilk kişi olmuştur.

İbn Miskeveyh ve Evrim  (M.S. 940-1030)

El-Cahız’ın daha çok bilim açısından ele aldığı evrimleşme konusu, ünlü Müslüman filozof İbn Miskeveyh tarafından felsefi planda incelenmiştir. ibn_miskeveyhİbn Mskevey, ‘el-Fevzü’l-Asgar’ adlı eserinde evrimleşmeyi, Darwin’den tam 850 yıl önce incelemiş ve Darwin’in vardığı sonuçlara daha o zamandan varmıştır.

İbn Miskeveyh’e göre; Yüksek alemden inen nefs (ruh) çeşitli dünya varlıklarında kendini göstere göstere tekamül etmiş, nihayet insanlık mertebesine gelmiştir. Ruh bitkiden sürüngen hayvanlara, oradan maymunlara ve insanlık mertebesine kadar yükselmiştir. (İbn Miskeveyh’in bu düşünceleri için bknz. el Fevzü’l-Asgar, syf: 76-83) 

Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Evrim (1809-1882)

erzurumlu_ibrahimErzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnamesi?nde (syf: 31-33) evrim hakkındaki görüşlerini şöyle özetlemiştir: ?Varın yok olması, yoğun var olması mümkün değildir. Var daima var, yok da daima yoktur. Fakat var, bir mertebeden diğer mertebeye, bir halden diğer hale geçebilir. Allah?ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur (eleman), istihale (evrim) ile birbirine karışmış, unsurların izdivacından (karışımından) önce madenler, ondan bitkiler, ondan hayvanlar vücuda gelmiş ve hayvan kemalini bulunca insan meydana gelmiştir. 

Madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır, bitkilerle hayvanlar arasında ara varlık hurmadır, hayvanlarla insanlar arasında ara varlık maymundur. Zira cümle azası, kıl ve kuyruktan başka içi dışı insana benzer. Aracıların varlığının hikmeti şudur ki, her biri kendi mertebesinin aşağısından en yükseğine vasıl olup varlıklar mertebesi bir düzenle sıralanıp insan mertebesinde son bulur. Gaye, devr-ü zemanın tetimmesi (yaratıkları dolaşan nefsin, olgunluğun doruğu olan başlangıç noktasına varması), cihanın özü olan insanın meydana gelmesidir. İşte bu mertebede ahlaken yükselip Tanrı huylarıyla vasıflanan kişi, marifet kemaline erip küllî (bütünsel) akla kavuşmuş ve bu mertebede varlık dairesi birleşip tamamlanmıştır. Onun iptidası (o dairenin başlangıcı) akl-ı evvel (ilk akıl), sonu da insan-ı kâmildir (olgun insan).?

Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Evrim (1491-1574)

Bir çok yazar ve düşünür, aşağıdaki şiirde Mevlana’nın evrimden bahsettiğini iddia eder.
‘Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.

Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.

Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.

Öyleyse ölümden korkmak niye?

Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,

Ya da alçaldığım görüldü mü?

Bir gün insan olarak ölüp,

ışıktan bir yaratık,

rüyaların meleği olacağım.

Fakat yolum devam edecek,

Allah?tan başka her şey kaybolacak.

Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.

Yıldızların üstünde bir yıldız olup,

Doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.’

Son olarak

Ateizm’in ünlü savunucusu Richard Dawkins ile atışmaları pek meşhur olan John Lennox’un ‘Aramızda Kalsın Tanrı Var’ adlı kitabı, evrim teorisinin Allah’ın gerekliliğini ortadan kaldırmadığını, bilakis Tanrı olmadan evrimin olmayacağını anlatıyor. Dili biraz ağır olsa da, kütüphanenizde olması gereken bir kitap.

Sonra’dan eklenen not; Edip Yüksel’in ‘Adem Baba Paraşütle mi?‘ indi makalesindeki bazı bilgileri de bu yazıyı zenginleştirmesi açısından aşağıya ekledim.

Aslında tarihi belgeler Darwin?in (1809-1882) ve dedesi Erasmus Darwin?in evrim konusunda, kendilerinden yüzyıllar önce yaşayan islam bilginlerinin eserlerinden etkilendiğini gösteriyor. Dostum Dr. T. O. Shanavas, Creation and/or Evolution: an Islamic Perspective adlı kitabının 6?ıncı bölümünü buna ayırıyor. Örneğin, John William Draper, The Conflict Between Religion and Science adlı kitabında evrim teorisinin batı kökenli olduğu varsayımını reddediyor ve evrim teorisinin Müslüman okullarında yüzyıllar önce okutulduğunu ve hatta Müslümanların evrimi çok daha geniş kapsamlı düşündüklerini, minarelleri ve inorganik maddeleri bile evrim olayına dahil ettiklerini tartışıyor. Will Durant adlı Amerikan tarihçisi de ünlü filozof Ali İbni Sina (980-1037) ve Ebu Bekir Muhammed El-Razi?nin (844-926) tıp ile ilgili kitaplarının ve görüşlerinin ortaçağ Avrupasında üniversitelerde yüzyıllar boyu ders kitabı olarak kullanıldığı gerçeğini anımsatıyor ve 1395 yılında Paris Üniversitesinde el-Razi?nin Kitab el-Havi adlı eserinin kullanılan dokuz kitaptan biri olduğunu bildiriyor. Aynı kitap, Avrupa?da Avicenna olarak tanınan İbni Sina?nın bilimler ansiklopedisi olan Qanun fil Tibb adlı kitabının Montpellier ve Louvain üniversitelerinde 17?nci yüzyıl ortalarına kadar temel ders kitabı olarak okutulduğunu bildiriyor. Avrupa?da tıp bilimini etkileyen evrimci iki önemli Müslüman bilimadamı daha var: Batı?da Abubacer olarak bilinen Ebu Bekr ibn Tufeyl (1107-1185) ve Averroes olarak tanınan ünlü filozof Ebu el-Velid Muhammed ibn Rüşd (1126-1298).

Shanavas, yukarıda ismini verdiğim kitapta daha birçok belgeye yer veriyor. Örneğin, sosyolog tarihçi Ibni Haldun?un (1332-1406) ünlü Makaddime?si minerallerden başlayan bir evrimi savunur. Minareller evrimleşerek çekirdekli ve çekirdeksiz bitkiler oluştururlar. Bitkiler hurma ağacı ve asma ile zirveye ulaşıp hayvanların ilk evresi olan salyangoz, kabuklu deniz hayvanlarıyla gelişir. Çeşitlenerek artan hayvanlar yaratılışın yavaş işleyen evreleşmesi sonunda bilinç sahibi ve düşünme yeteneğine sahip olan insana dönüşüp zirveye ulaşıyor. Ibni Haldun?a göre insanlığın ilk evresine maymunlardan erişiliyor. İbni Haldun Mukaddime?sinde evrim olayını bilimsel bir dil kullanarak anlatıyor ve varlığın aslınının (yani genetik yapısının) çeşitli değişikliklerden (mütasyonlardan) geçerek bir cinsten diğer bir cinse evrimin gerçekleştiğini savunuyor. Ortaçağ?da dünyanın bilim meşalesini ellerinde tutan Müslüman bilimadamlarının evrimi ilahi bir sistem olarak kabul etmekte hiçbir çekinceleri olmamıştır. Örneğin, İbni Haldun insan cinsinin kökeni hakkındaki bir paragraftan sonra Allah?ın sünnetinin (yasasının) değişmeyeceğini bildiren bir ayeti anımsatıyor.

Bunlara ek olarak, batıda Alhazen olarak bilinen ünlü optik bilimcisi Muhammed el-Heysam (965-1039) optik bilimini incelediği Kitab-al Menazir adlı eserinde insanların mineraller, bitkiler, hayvanlar ile süren evrelerin bir sonucu olarak yaratıldığını savunur. İbni Arabi (1165-1240), Celaleddin Rumi (1207-1273) gibi ünlü tasavvuf liderleri de evrim teorisini savunmuşlardır. Geolog El-Biruni (973-1048) Kitab el-Jamahir adlı eserinde insanlığın basit organizmaların doğal ayıklama yoluyla uzun yıllar süren  evreden evreye gelişimleri sonucu oluştuğunu tartışır.

Fas Ziyaretim

Bir çalışma için 5 günlüğüne Fas’a gittim.
İlk gün Kazablanka, daha sonraki günler Marakeşteydim.

Kazablanka Atlas okyanusu kıyısında çok güzel bir şehir. Dünyanın en büyük camisi olan 2. Hasan camide Kazablanka’da bulunuyor. Aşağıdaki fotoğrafda caminin kapısında durdum, tamamını siz düşünün artık.

Marakeş ise Fas kültürünü daha çok yansıtıyor. Marakeş’in büyük bir meydanı var, sanki açık hava gösteri merkezi. Sihirbazlar, yılan oynatıcıları, büyücüler, tiyatrocular, müzisyenler her türlü insanla karşılaşıyorsunuz bu meydanda.

Para birimi dirhem.
Bir şey alırken mutlaka pazarlık yapmanız gerekiyor. 400 dirhem olan bir şeyi pazarlıkla 200 dirheme alabiliyorsunuz.
Fas bir dönem Fransız sömürgesi olduğu için ülkede Fransızca yaygın, İngilizce bilmiyorlar.

Türkleri seviyorlar. Anlatıldığına göre Ferit Şahenk önceki Fas kralının sınıf arkadaşı imiş ve Türk şirketlerine ayrıcalıklar taşımış. Türkleri sevmelerinin en önemli sebeplerinden biri de müslüman olmaları.

Her yerde argan yağı satılıyor. Tüm dünyada meşhur olan argan yağı burada bolca bulunuyor.
Halk fakir. Çok fazla dilenci var.

Marakeş gezmek ve alışveriş yapmak için çok güzel bir yer.

fas1

fas2

fas3

fas4

fas5

fas6

Dinle Neyden – Hakan Mengüç

TV8’de katıldığım programdan ney taksimi…

 

Mesnevinin ilk iki beyitini yorumlarla ve ney taksimi ile paylaşmak istedim.

‘Dinle neyden duy neler söyler sana
Sızlanır hep ayrılıklardan yana’

Mevlana’nın dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.

‘Kestiler der sazlık içinden beni,
Dinler hem kadın hem erkek ağlar beni’

Sazlık, kamışlık ney’in anayurdu ve evidir. İnsan da tpkı ney gibi yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedi muhabbetle doyduğu o yerden dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıp ney gibi, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.
 

Hasret anlatmam için bulmam gerek,
Ayrılıktan parçalanmış bir yürek.

Aslı kaybetmişse bir insan arar,
Asla dönmek için hep uygun an arar.

Dosta gâh yoldaş olup gâh düşmana,
İnleyip sesler duyurdum her yana.

Dost olur zannımca her insan bana,
Bi haber gel gör ki sırrımdan yana.

Sırlarım olmaz iniltimden uzak.
Etmez fark her göz, işitmez her kulak.

Saklı olmaz birbirinden can ve ten,
Canı her göz görmez.” Ama bilki sen;

Bir ateştir ses değildir ney sesi.
Kimde yok ateş? Yok olsun böylesi!

Sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney,
Sevgiden çağlar eğer çağlarsa ney.

Ney o şeydir perde yırtıp perdesi,
Dost edinmiş dosta hasret herkesi.

Hem devadır ney denen şey hem zehir,
Bir bulunmaz arkadaştır, hem fikir.

Anlatır ney aşk-ı Mecnûn’un nedir,
Kanlı bir yoldan haber vermektedir.

Müşteri yalnız dil, söz, kulak dedi.
Aşkı Mecnûn bildi akıl ermedi.

Derdimizden gün zamansız dolmada,
Her yanlış bir günle yoldaş olmada.

Gün geçip isterse yaz ersin güze,
Ey temiz insan! Sağol kâfi bize.

Kandı her varlık, balık kanmaz suya,
Rızk eğer eksikse, gün dolsun mu ya?

Anlamaz olgun adamdan ham adam,
Söz hem az hem öz gerektir vesselam.

:::Mevlana:::

Karakulak – Caracal

Adı Cloe, Cinsi Caracal.

Güney Afrika’daki Hayvan Rehabilitasyon Merkezinden gönüllü çalıştığım dönemde tanıdım Cloe’yi.

Türkiye’de Karakulak deniyor. Güney Afrika’da öğrendik ki Caracal ismi Karakulak isminden geliyormuş.

Yabani Türk kedisini Güney Afrika’da tanıdık.

O kadar uysal ki oyun oynarken tırmaklarını bile çıkarmıyor. Ev kedileri bile ellerimizi çizerken, yabani kedinin bu kadar dikkatli ve uysal olması ilginç.

(‘Karakulak’ is Turkish for ‘black ears’ which is where their name has come from.)

karakulak_caracal

caracal_karakulak

Tembellik

Şimdi yapmazsanız, başka zaman asla yapmayacaksınız!

Kış olunca köpek bir kenara büzülerek der ki, ‘Şu yaz bir gelsin, dişimi tırnağıma takıp çalışacağım ve kendime bir sığınak yapacağım’

Yaz gelince de canlanır, güçlenir ve: ‘Benim gibi güçlü bir köpeğin sığınağa ne ihtiyacı var, hangi eve sığarım ben?’ der.

Hadi hareket zamanı!

Sabrın Sırrı

Sabrın sırrı sevdiğiniz ve size inanan insanlarda gizlidir. Başarısızlığın ilk işareti insanların vazgeçtiği ve amaçlarını ‘imkansız’ olarak yaftaladığı anda gelir. Bu desteğe ihtiyaç duyduğumuz andır.

Başarısızlığa uğramadan ve sevenlerinizin desteğini almadan gerçek başarıya ulaşmanız mümkün değildir. Duygusal kaynaklarınız tükendiğinde hayatınız boyunca kurduğunuz ilişkiler size destek olacaktır. Alacağınız destek, yıllar boyunca verdiklerinizi yansıtır.

Duygusal destek karşılıklılık ilkesi ile hareket eder. Dağları yerinden oynatacak etkiyi yaratmak için en önemli stratejiniz uzun ömürlü ilişkiler kurmak olmalıdır.

Bir Müziğin Hissettirdikleri

(Albinoni’nin Adagio’sunu dinlerken aşağıdaki kelimeler döküldü… ve paylaştım.)

 

Gitme vakti gelmişti.

Ama daha pek çok güzel şeyi yaşamamıştık bile.

Fakat dünya o kadar da adil değildir. Ya da biz mi korkağız bilemiyorum?

Keşke yeni biri ile tanıştığımızda geçmişimizi de taşımasak yanımızda.

Her şey o zaman daha güzel olur.

Herkes doğasını anlayabilse ve kendini teslim edebilse? ve yapması gerekeni yapsa.

Fakat sosyal varlıklarız aynı zamanda. Başkaları ne der?

Onaylanma ihtiyacımız atacağımız adımlarda ‘başkalarının düşüncelerini’ çok önemsememizi sağlar.

Belki de karşındaki insanı o kadar sevmiyorsundur. Belki kendine aşıksındır.

Çünkü gerçekten sevdiğinde insan, korkusuz bir komutan gibi gemilerini yakabilir.

Eğer yakmaktan korkuyorsan gemilerini ve savaşa giderken hala geri dönmeyi düşünüyorsan ‘yenilgiye’ merhaba de.

Sen de haklısın, o kadar emek verdiğin gemileri yakmak kolay değil. Ama bir şeyleri kazanmak için bir şeyleri kaybetmeyi göze almadıkça, hayat sana istediğini vermez.

İsteğinin, duanın samimiyetini böyle sınar hayat.

Ve sen gerçekten kendini teslim ettiğinde, istediklerini verir sana.

Ama nafile artık tüm konuşmalar şimdi.

Çünkü gitme vakti geldi.

Belki bir sonraki dokunacağım hayat için hatırlamalıyım bunları.

Ve ne zaman olur bilmiyorum.

Şimdilik hoşçakal.

.

Aşk Acısının Yararları


Aşk acı verir, çünkü isteseniz de istemeseniz de aşk değişime yol açar. Ve değişim acılı, sancılı bir süreçtir.

Değişim bilinmezliktir, belirsizdir. Biz bilinmezlikten korkarız.

Değişim geçmişi geride bırakmak demektir. Oysa ki bilinçaltımız geçmiş kötü bile olsa onunla yaşamayı öğrenmiştir.
Geçmişte yaşadıklarımız çok acı bile olsa o acılarla nasıl baş edeceğimize dair bazı yöntemler geliştirmişizdir ama belirsiz, bilinmeyen bir şeye karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştirebiliriz ki?
Bu yüzden acımız büyür ve korku ortaya çıkar.

Yumurtadan çıkan kuş aynı acıyı duyar. İlk kez uçmaya çalışan kuş da öyle.

İnsan bilmediği bir cenneti yaşamaktansa, bildiği bir cehennemi tercih edermiş.

Bu yüzden aşk acısı seni üzecektir, yaralayacaktır. Değişim ‘ben’den başlayıp ‘ben’in olmadığı bir yere varacağı için acısı çok derindir. Ama acı olmadan zevk olmaz. Altını saf hale getireceksen ateşten geçireceksin.

‘Elmas baskı altında değer kazanan bir kömür parçasıdır.’

Aşk ateştir.

Bir çok insan aşkın acısı yüzünden aşksız bir hayatı tercih ediyor. Aşktan kaçıyor, aşka izin vermiyor. Hayatlarında aşk olmadığı için acı çekiyorlar ama acıları boşuna. Aşk için çekilen acılar ise boşa gitmez. Aşk acısı çekmek yaratıcıdır; seni daha üstün bir bilinç düzeyine taşır.

Aşksız yaşayan insan narsistir, dışarıya kapalıdır. Sadece kendini tanır. Peki başkasını tanımamışsa kendini ne kadar tanıyabilecek? Çünkü sadece bir başkası insana ayna hizmeti verebilir.

Başkasını tanımadan kendini asla tanıyamazsın. Aşk kendini tanıma konusunda en iyi yollardan biridir. Bir başkasını derin aşkla sevmeyen, yoğun tutku hissetmeyen, zevkin doruklarına çıkmayan, bunları hiç tanımayan kişi kendini de tanıyamaz, çünkü kendi yansımasını görecek bir aynası yoktur.

İlişkin senin aynandır. Karşındaki insan sana, seni gösterir. Suçu onda arama, çünkü başkasına gitsen de, tüm aynalar seni gösterecek.

askaynadir

İlişki bir aynadır ve aşk ne kadar temizse, safsa, aşk ne kadar yüceyse, ayna da o kadar iyi ve temiz olur.

Karşındakinde gördüğün o kendi yansımanı çirkin bulabilirsin ve aynadan uzaklaşmak isteyebilirsin. Ama aynadan uzak durunca güzelleşmeyeceksin. Bu durumdan kaçınca da herhangi bir gelişme göstermeyeceksin. Bu zorluğu yaşaman gerekiyor.

Egodan (Ben) vazgeçmek çok acı verecektir çünkü bize hep egomuzu beslememiz öğretildi. Ego ile varolacağımız, ego ile hayatta kalabileceğimiz öğretildi. ‘Kendini bırakma, aptal olma. Kendini değersiz gösterme. Bu kadar yüz verme, bu kadar üstüne düşme. Bu kadar çok yazma. Bu kadar çok arama. Bu kadar çok sevme’ İşte bunları hep egon söyler. Ve bunlardan kurtulmadıkça onunla aynı frekansı yakalayamayacaksın. Aşk kapıyı çalınca tek yapman gereken egoyu bir tarafa kaldırmak bu da acı verecektir.

Aşk sana ilk kez egon dışında birşey ile aynı frekansta olmayı tattırır. Aşk sana asla egonun parçası olmamış birisi ile uyum sağlayabileceğin konusunda ilk dersi verir.
Eğer kendinin dışında biriyle uyum sağlayabiliyorsan, başkaları ile de egosuz uyum sağlamayı öğreneceksin. Aşk bir merdiven. Tek bir kişiyle başlıyor, bütünle son buluyor.

Aşktan korkmak, aşkın doğum sancılarını çekmekten ürkmek karanlık bir hücrede kalmaya benzer.

İki tür acı vardır;
1) Seni geliştiren acı.
2) Gereksiz acı.

Aşktan kaçarsan belki daha az acı çekersin ama bu gereksiz ve seni geliştirmeyen bir acı olur. O yüzden ne kadar acı olursa olsun aşka adım at.

Eğer birçok insanın yaptığı gibi aşktan kaçarsan kendinle başbaşa kalırsın. O zaman hayatın bir yolculuk olmaz, hayatın akmaz. Akan su daima temizdir akmayan su ise pistir ve solucan yetiştirir.

Aşk acı verir, ama bundan kaçma. Kaçarsan gelişmek için en büyük fırsatı kaçırmış olursun. İçine gir, aşk acısını çek, çünkü acı sayesinde büyük zevke ulaşılır.

Bırak acı olsun, ıstırap çek. Karanlık geceden sonra nasılsa gün doğar.

Ego elbiseni çıkar ve belirsizlik okyanusuna atla. Aşk sana çok güzel şeyler verecek ve öğretecek.

Ve hiç bir şey boşuna yaşanmayacak.

Başkasının Kölesi Olma

Fakat aşka da kendini kaptırıp, sevginin kaynağını karşındaki zannetme. O sevginin, aşkın kaynağı değil sadece aracısı. Bu yüzden o gittiğinde, aşk bitmeyecek, sen istediğin sürece aşk, sevgi karşına her zaman çıkacak. Ama sen aşkın kaynağını karşındaki erkek/kadın zannedersen boşuna acı çekersin. Karşındakinin kölesi olursun.

‘Allah seni özgür yaratmışken, başkasının kölesi olma’ Hz. Ali

Sevginin kaynağının nereden geldiğini bil. Hayatından çıkanlara üzülme, belki de Allah seni korumak için onları hayatından çıkardı.

Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne güzeldir.

Merak etme, karşına doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanlar çıkacak. Sana acı vereni tutmayı bırak artık. O yöne bakma. Onu tuttuğun sürece, doğru olanı, hayırlı olanı göremeyeceksin.

Her zaman en güzelinin değil, en hayırlısının olması dileğiyle.

Hoşçakal, Hakan Mengüç

2 Aralık 2013

Kaynaklar: Yazının çeşitli yerlerinde Osho’nun konuşmasından esinlenilmiştir.

Televizyonda Başarının Sırları

Psikoloji Bilimi ile Televizyon Dünyasındaki Benzerlikler

Twitter’dan veya Facebook’tan beni takip edenler, neden reytinglerle bu kadar ilgilendiğimi soruyorlar. İki nedeni var, birincisi; insanların neyi izlediğini, neden izlediğini takip ediyorum ve bu işim olarak günceli takip etmemi sağlıyor. Bu sayede edindiğim bilgileri daha sonra işimde, seminerlerimde kullanıyorum. İkincisi; televizyon programı hazırlığında olduğum için, bu işin ‘neden’ ve ‘nasıl’larını bilmem gerekiyor.

Daha önce Cine5 kanalında kendi programımı yaparak televizyon dünyasına adım atmıştım. Çekimden montaja her türlü işle bizzat ilgilenmek zorunda kaldığım için bu işin ne kadar zor olduğunu da bilen biriyim.

Bu yazım, psikoloji ile ilgilenen, televizyonculukla ilgilenen ve insanlar karşısında sunum yapan herkese hitap edecek şekilde yazdım. Televizyon dünyasındaki matematikleri eğitim/eğlence  konulu doktor programları üzerinden inceledim.

Neden doktor programlarını seçtim?

Normalde televizyonda hiç izlemediğim program türü sağlık/doktor programlarıdır, yıllarca yayınlanan doktor programları dikkatimi pek fazla çekmemiş ve beni kendilerine 10 dakika bile bağlayamamışlardı. Bir gün Amerika’da yayınlanan Dr. Oz Show programına denk geldim ve farkettim ki programı 30 dakikadır izliyorum. İzliyor olmama şaşırdım ve programı sonuna kadar da izlemeye devam ettim. Daha sonra kendime sordum? Neden Türkiye’deki programlar dikkatimi çekmedi? Dr. Oz Show beni ekranda tutmayı nasıl başardı? Bu soruları sorarken bir araştırma içine girdim ve aradaki farkları çıkarmaya başladım ve bu farkları da aşağıda anlattım.

Türkiye’de Eğitim/Eğlence Konulu Doktor Programları

Türkiye’de sabah ve öğlen kuşağı kadın programlarında sağlıkla ilgili bölümler mutlaka olurdu ama ilk defa 2009 yılında Doktorum programı ile eğitim/eğlence konulu doktor programlarına geçildi. Yurtdışında zaten örnekleri vardı, Dr. Oz veya Doktorum’un formatına yakın olan The Doctors örnek gösterilebilir. Fakat Doktorum programı Türkiye’de yeni bir akım başlattı ve bu akım bayağı tutmuş olacak ki bu aralar doktor programları revaçta. Şu an da yayında olan Doktor programlarını aşağıdan görebilirsiniz; Doktorum – Kanal D – ( Sunucular; Prof. Dr. Murat Aksoy, Ceyda Düvenci) Dr. Aytuğ – KanalTürk – (Sunucular; Dr. Aytuğ Kolankaya, Nilüfer Batur) Dr. Feridun Kunak Show – Kanal 7 (Sunucular; Dr. Feridun Kunak, Serap Kunak) Hayata Dokunmak Lazım – Show TV (Sunucular; Prof. Dr. Osman Müftüoğlu – Ebru Akel) Canım Doktor – TV8 – ( Sunucular; Ebru Keser Erda, Prof. Dr. Cihan Aksoy) Sağlık Sıhhat – TRT 1 (Sunucu: Şebnem Yiğit)

Dünya’da Nasıl? Türkiye’de Nasıl?

Bu yazımda yukarıda da bahsettiğim gibi özellikle Dr. Oz programı ile Türkiye’deki doktor programları arasındaki farkları anlatacağım. Bu farkları televizyonculuk matematiği üzerinden inceleyeceğiz, neler reytingleri artırıyor?, ne olursa daha fazla izleniyor?, ne olursa seyirci sıkılmıyor? gibi.

Dr. Mehmet Öz TV Sektörüne Nasıl Girdi?

Gündüz kuşağındaki kadın programları her gün doktor konuk alıp, onlardan izleyiciler için tavsiyeler vermelerini isterler. 2004 yılında Oprah Winfrey de Mehmet Öz’ü çağırıyor ve daha sonra ondaki ışığı keşfedip kendi programının içinde  ‘Ask Dr. Oz’ diye bir bölüm açıyor. Bu bölüm iyi reyting almaya başlayınca ve başarı devam edince daha sonra Mehmet Öz, ‘Dr. Oz Show’ adıyla kendi programını yapmaya başlıyor ve bugün gördüğümüz noktalara geliyor.

Nasıl Bir Sunucu İzlenir?

Programın görünür yüzü, yani kalbi sunucudur. Peki ideal, izlenilirliği olan bir sunucuda hangi özellikler olmalı?

1) Güzel olmalı: Yani göze hoş gelmeli, televizyon güzeli sever. Mehmet Öz size göre göze hoş geliyor mu?

2) Yeterli olmalı: Konuştuğu konulara hakim olmalı, kendi konusu dışında entellektüel ve bir çok konuda bilgi sahibi olmalı. Mehmet Öz programının içinde sık sık entellektüel bilgisini de kullanıyor, mesela bir tenisçi geldiyse tenis sporundan bahsedip onu kendi konusu ile bağlayabiliyor, bir müzisyen geldiğinde onunla hemen müzik bilgisini kullanarak ortak noktalar oluşturabiliyor. 

3) Lider olmalı: Seyirci olarak programı izlerken, bize stüdyonun lideri, hakimi olduğunu hissettirmeli, emanet gibi durmamalı ekranda.

4) Samimi Olmalı: Ekranı açtığımızda onu evimizden birisi gibi görmeliyiz. Bizim gibi gülmeli, ağlamalı, şaşırmalı, kızmalı. Televizyonculukta ‘Kendi evimden birisi gibi’ tabiri çok önemli, televizyonu açtığımızda farkında olmadan ilk olarak bu kişilerin programlarına bakarız.

Psikoloji bilimindeki önemli teorilerden biri de, ‘yakınlık’ teorisidir, kendimize yakın olan insanlara daha çok çekiliriz. Bence Mehmet Öz çok sempatik birisi ve konuşmalarında bu samimiyeti ekrana yansıyor.

5) Kendini Ekibe Teslim Etmeli

Egosunu bir kenara bırakıp, ekibi ile tam bir takım oyunu içinde olup, kendini güvenle ekibine teslim edebilmeli. Mehmet Öz’ün ekibine nasıl teslim olduğunu birinci ağızlardan duymuştum, önüne gelen hiç bir şeye itiraz etmiyor ve ekip onu uygun gördüyse, bir bildikleri vardır deyip o sadece sunumuna odaklanıyor.

Bir sunucu yukarıdaki beş maddeye sahipse vazgeçilmez bir sunucu olur. Türkiye’de bu özelliklere sahip sunucu çok zor bulunduğu için genellikle erkek sunucunun yanında güzel bir hanımefendi, ya da ünlü güzel bir hanımefendi kullanılır. Sunucu kadınsa aynı şekilde yanına yakışıklı bir erkek, ya da ünlü bir erkek getirilir. Bana göre Mehmet Öz, bir televizyon sunucusunda olması gereken özelliklere sahip.

TV Programı Akıcı Olmalı

Seyirci sıkılır ama bunu sadece televizyon seyircisi olarak algılamayın. Ben eğitim verirken de insanları sürekli gözlemliyorum, para verip eğitime gelmelerine rağmen anlatırken akıcılık kaybolursa sıkılıyorlar ve başka şeylerle ilgilenmeye başlıyorlar. Para veren insan bile sıkılıyorsa, televizyon izleyecisinin kanal değiştirmesi an meselesidir.

Dr. Oz programını izlediğinizde, programın koşarak ilerlediğini görüyorsunuz, hiç boşluk yok ve sürekli bir hareket var. Bir kaç örnek vermek istiyorum;

Dr. Oz’un programında ağrıları yok etmek ile ilgili bir bölüm işleyeceklerdi ve Mehmet Öz girişi şöyle yaptı, stüdyoda maketten bir ‘AĞRI’ yazısı vardı, Mehmet Öz elinde ateş püskürten bir silah ile geldi ve ‘Ağrılar hayatımızı mahvediyor’ dedi ve  silahını ‘AĞRI’ yazısına püskürttü, ‘AĞRI’ yazısı alev alıp yanmaya başladı, ekranda sıra dışı bir görüntü vardı. Tam o sırada elinde bir yangın söndürücü ile geldi Mehmet Öz ve ‘şimdi bu ağrıları nasıl yok edeceğimizi anlatacağız,’ deyip alevi yangın söndürücü ile söndürdü. Bu kadar kısa bir sunumu bile görsel bir şeylerle hareketlendirmeleri seyircilerin o kanalda takılıp kalmalarını sağlıyor. Mehmet Öz bu atraksiyona girmeden de bu anonsu güzelce sunabilecek kapasitedeydi ama Dr. Oz ekibi seyirciyi kanalda tutabilmek için her fırsatı değerlendiriyor. Bir başka örnek vereceğim.

Yine Dr. Oz Show’da ağız kokusu ile ilgili bir bölüm işleniyordu ve hangi meyvelerin ağız kokusunu artırıp hangilerinin azalttığı üzerine tavsiye vereceklerdi. Dr. Oz’un ekibi sanırım bunu nasıl eğlenceli hale getirebiliriz diye düşündü ve bir oyun buldu. Oyun şöyleydi, iki tane seyirici çıkardılar, onlardan çuvalın içine girmelerini istediler. Masasının üzerinde çeşitli meyveler vardı ve o meyvelerden birini ağızları ile alıp 10 metre uzaklıktaki diğer masaya götürüp, ‘ağız kokusu yapar’, ‘ağız kokusu yapmaz’ yazan sepetlerden birine koymaları istendi. Kim ilk önce gidip doğru tahmini yaparsa o birinci olacaktı. Baktığınız zaman ne alakası var diyorsunuz ama insanlar bilgi dinlemekten bir süre sonra sıkılırlar, bilgiyi eğlenceli hale getirmelisiniz ve Dr. Oz ekibi de alakasız bile olsa çeşitli oyunlar tertipleyerek seyircinin bir şekilde ekranda kalmasını sağlıyor. Bilgiyi eğlenceli bir şekilde, oyunlarla sunmak bence her profesyonel konuşmacının bilmesi gereken bir şey.

Onların Bütçesi Bizde Olsa, Biz de Yaparız?

Doğru haklısınız, bütçe demek daha fazla profesyonel insan, daha temiz ve kaliteli iş demek. Fakat bir söz var, diyor ki; ‘Önce olmak lazım, sonra sahip olmak lazım.’ Sizin gerçekten çok iyi bir sunucunuz varsa, bu düşük bütçede bile farkedilir ve kanal yönetimi o kişiye yatırım yapar. Tam tersi iyi değilseniz, Kanal D’de yayınlanan ve Türkiye’deki en yüksek bütçeli dizi olan ‘Fatih’ dizisi gibi 5. bölümde yayından kaldırılırsınız. Tekrar ediyorum, bütçe çok önemli ama önce olmak lazım, sonra sahip olmak lazım.

Televizyon Seyiricisi Eğitimi

Televizyona seyirci bulmak kolay değildir, çünkü çekim yapılan stüdyolar genelde şehir merkezlerine yakın olmaz, olsa bile o kadar kişinin geleceğini garanti etmek zordur. Bu yüzden Acun Ilıcalı Yetenek Sizsiniz programı için üniversiteleri geziyor, üniversiteler dinamik seyirci için çok iyi bir yerdir. Beyaz Show’a da üniversite kulüpleri her hafta gezi düzenliyor.

Peki diğer programlar ne yapıyor? Diğer programlar paralı seyirci kullanıyor, programa gelen kişilere 20 ila 50 tl arasında değişen paralar veriyorlar. Bu ilk başta sahtekarlık gibi gelse de, büyük bütçeli yapımlar seyirci bulma riskine giremez. Ayrıca paralı seyirci demek illa oyuncu demek değildir, gayet samimi, ilgili ve neşeli insanları bulup, onları programa davet edip karşılığını da para olarak vermeyi teklif edebilirsiniz. Acun Ilıcalı ‘nın nasıl Gökhan’ı veya Eser’i programına para ödeyerek çıkarması onların doğallığından bir şey kaybettirmiyorsa, doğru seyircilerin de para ile çağrılması doğru seçildiği taktirde doğallığı bozmaz.

Seyirci gülerse, izleyen de güler, seyirci mutlu olursa izleyen de mutlu olur. Dr. Oz Show’da inanılmaz bir çoşku var, sanki oraya gelen seyirciler o anda hayatlarının en güzel anını yaşıyorlarmış gibi duruyorlar. Mehmet Öz seyircilerden birisini çağırdığında seyirci kendisine loto çıkmış gibi seviniyor. Mehmet Öz seyirciye zencefil çayı denettiriyor, sonra tadı nasıl diyor, seyircinin yüzünde kocaman bir gülümseme ve ‘harika tadı var’ diyor, oysa ki zencefilin tadı kötüdür ama insan onu izleyince zencefil çayı içesi geliyor.

Bizim Programlarımızdaki Seyirciler Biraz Gülmeli

2008 yılında Çin’de yapılan Pekin olimpiyatları öncesi 2 bine yakın personel gülümseme eğitimi almış. Düşünün, eğitimin tek konusu gülümseme ve 2-3 ay arası gülümseme çalışması yapmışlar.

Dr. Oz Show’u izlerken en arkada oturan adamın bile kocaman bir gülümseme ile programı izlediğini görebiliyorum tam aksine bizim doktor programlarındaki teyzeler sanki teneffüs zilinin çalmasını bekleyen öğrenciler gibi duruyor. Ve televizyon izleyici olarak ben de onlara bakmak istemiyorum.

Zannetmeyin ki Dr. Oz Show’a katılan kadın ve erkekler çok güzel, hayır ortalama güzelliğe sahip insanlar ama yüzlerindeki neşe insanın o ekrana bakmasını sağlıyor.

Ekip Olabilmek

Türkiye’de en zor işlerden biri bu. Çünkü çok duygusalız, egolarımız var. Bir başkasının başarılı olmasını kaldıramıyoruz, çünkü onun başarılı olması kendimizi değersiz hissettiriyor. Televizyon dünyasından pek çok insan tanıyorum, yönetmen diğer bütün yönetmenleri sevmiyor, kurgucu diğer kurgucuları beğenmiyor, yani bir başkasına ‘başarılısın, iyisin’ demeye korkuyoruz.

Ekip olmak konusundaki diğer sorunumuz ise iş bölümüne dayalı çalışma nedir bilmiyoruz. Çünkü yetişme tarzımızda sorumluluk verme yok, ekip çalışması yok, herkes bütün işleri tek başına yapmaya çalışıyor. Televizyon işi bir futbol takımına benziyor, defans oyuncusu defansta olması gerekirken forvete koşarsa, kaleci orta sahada olursa takım oyunundan bahsedemeyiz. Küçükken mahallede yaptığımız maçlarda hepimiz forvet oynayarak gol atmaya çalışırdık ve yenilirdik. Oysa ekip çalışmasındakiler şunu kabul etmeli, golü sunucu atar bizim işimiz ona güzel paslar çıkartmaktır. Ve herkes egosunu yenip bunu kabul etmelidir, çünkü insanlar hep golü atanları hatırlar.

Bugün ekibinizden birisine gidip, ‘çok başarılısın, yaptığın şu işten dolayı seni tebrik ediyorum, iyi ki varsın’ deyip ona sarılın. Bakın sonra neler olacak. Onun mükemmel olmasını beklemeyin ama yaptığı işlerden dolayı onu tebrik edin.

Özet

Dr. Oz Show’un başarısının sırrı

– Yeterli, samimi, hoş görünen, kendini ekibe teslim eden lider ruhlu bir sunucu,

– Sürekli akan, seyirciyi eğlendiren ve sıkıcı olmayan bir program,

– İyi seyirci (Gülen, alkışlayan, samimi, katılımcı)

– Takım oyununu anlamış, çok sağlam bir ekip.