Şirketimin merkezi Bursa’da olduğu için hem bazı evrak işleri hem de birkaç görüşme için Bursa’ya gittim.

İşlerimi hallettikten sonra ailemle Uludağ’a çay içmeye gittik ve o güzellikleri, yeşil Bursa’yı tekrar keşffettim. Yeşil Bursa’nın yeşilliği bitti diyorlar ama İstanbul’dan Bursa’ya gittiğinizde size bayağı yeşil geliyor :)

Bir de şunu daha iyi anladım, insan kendi şehrinin güzelliklerini farkedemiyor, çünkü bir süre sonra ona sıradan gelmeye başlıyor. Bursa’da yaşayıp Uludağ’a çıkmayan çok insan var. Benim en sevdiğim şeylerden birisi ormanda yürüyüş yapıp ateş yakmak, ateş yakmak bana çok dinlendirici ve meditatif geliyor.

Dönüşte Somuncu Baba’nın evinin olduğu yere uğradık. Tam bir bir tevazu ve alçakgönüllülük örneği… 4 tane kapısı var, giriş kapısı, ekmek yaptığı fırınının kapısı, ibadet ettiği yerin kapısı ve kapalı olan bir kapı daha… Bu kapılar sırasıyla küçülüyor, öyle ki ibadet ettiği odaya bayağı eğilerek girebiliyorsunuz. Aynı zamanda çilehanesi var, bir insanın çok zor girebileceği bir yer, nerdeyse jimnastikçi olmak gerekiyor… ama o oraya girip saatlerce tefekkür yaparmış… Bir gün Bursa’ya yolunuz düşerse görmenizi tavsiye ederim.

Son olarak bir çay bahçesinde çay içtik, orada farklı bir köpekle karşılaştım, Kafkas Kangalıymış meğer. Aynı zamanda köpekler üzerine eğitimim olduğu için onunla biraz uğraştım, ilk önce dominant davrandı ama tabii ki sonunda kazanan ben oldum, eee o kadar teknik biliyoruz, bari uygulayalım değil mi? :)