Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Kategori: Tasavvuf (page 1 of 2)

Sufi Akademisi Kuruldu

SUFİ AKADEMİSİ KURULDU

Sufi Akademi, Girne Amerikan Üniversitesi Senatosu’nun SNT 018/019-002 sayılı kararı ile GAU bünyesinde kurulmuş ve Sufi Akademisi Başkanı olarak Hakan Mengüç atanmıştır.

Sufi Akademi, tasavvuf felsefesinin sevgi, hoşgörü, ruhsal derinlik gibi zenginliklerini çeşitli etkinlik, eğitim ve kurslarla tanıtmayı, anlatmayı hedefleyen üniversite bünyesinde bir kurumdur.

GAÜ “SUFİ AKADEMİSİ” FAALİYETE GEÇİYOR

Girne Amerikan Üniversitesi çatısı altında, “Sufi Akademisi”nin kurulduğu bilgisi; GAÜ Kurucu Rektörü Serhat Akpınar tarafından, kişisel sosyal medya hesapları aracılığıyla paylaşıldı.

Kurucu Rektör Akpınar; bir süredir hazırlık ve olgunlaşma çabalarının devam ettirildiği oluşuma yönelik olarak; “Bugün; Sufi Akademisi’nin, ‘GAÜ Rektörlüğü Senato Kararı’ ile; Sayın Hakan Mengüç’ün başkanlığında kurulmuş olduğunun müjdesini paylaşıyorum. Müteakiben; Girne, Lefkoşa ve İstanbul’da faaliyetlerimiz başlayacaktır. Hayırlı olsun.” ifadeleri ile, ilk bilgilendirmeyi sosyal medya üzerinden gerçekleştirdi.

GAÜ Medyanın iletişime geçtiği Hakan Mengüç yeni oluşuma dair açıklamalarda bulundu. Edinilen bilgilerde; ‘Sufi Akademi’ bünyesinde, ‘Sufi Felsefesi’ dersleri, ney, sema, ebru ve geleneksel diğer sufi sanatlarına dair dersler verilirken, aynı zamanda bireylerin; kişisel gelişimlerini destekleyici seminerlerin gerçekleştirilmesi de öngörülüyor. Akademinin; Öncelikle Kıbrıs, Türkiye ve Almanya`da etkinleştirileceği, talep ve ilgiye göre de diğer ülkelerdeki faaliyeti doğrultusunda karar alınacağı da yer aldı.

İlgili üniversite haberi: http://www.gau.edu.tr/haber/4110/hakan-menguc-baskanliginda-sufi-akademisi-kuruldu

Girne Amerikan Üniversitesi Sufi Akademi Kuruluş Belgesi

Bir dakikada özgüven ve değer

“Değer” nedir bilir misin?

Ödünç veremediğin, borç alamadığındır.

“Varoluş” başlı başına bir değerdir. Kimsenin üzerine değer koyamadığı, kimsenin üzerinden değer çalamadığı bir hakikattir “varoluş…”

Bu yüzden “değer” kaybedilen, eksilen, verilen, alınan, satılan, el değiştiren bir özellik değildir. Yine bu yüzden “değer”e paha da biçilemez. Değer’in bir fiyatı yoktur, olamaz.

Varoluşun, hakkıdır değer…

Kimsenin biçtiği ya da biçmediği fiyatlarla yükselip alçalamaz.

Konuya biraz daha yakından bakabilmek adına, küçük bir hikaye anlatmak isterim;

Ünlü bir hatip, kalabalıklar karşısındaki konuşmasına 100 dolarlık bir banknotu eline alarak başlar ve “Bu 100 dolarlık banknotu kim ister?” diye sorar.

Sormasıyla birlikte salondaki eller neredeyse aynı anda havaya kalkar.

“Ben isterim, ben isterim…”

“Peki” der hatip. Bu kez 100 doları iyice buruşturduktan sonra kaldırır ve aynı soruyu sorar.

“Bu 100 dolarlık banknotu hala kim istiyor?”

Salonda eller havalanır yine.

“Ben isterim, ben isterim…”

Bunun üzerine hatip banknotu yere atar ve ayakkabılarıyla ezer.  Kirlenmiş banknotu yeniden alır ve kalabalığa göstererek “Hâlâ isteyen var mı?” diye sorar.

Görür ki, havalanan ellerde hiçbir azalma olmaz. Herkes hala kirlenmiş, yıpranmış banknota taliptir.

Konuşmacı, kalabalığa bakarak gülümser ve şöyle der;

“Ne yaparsam yapayım, sizi 100 dolardan vazgeçiremiyorum. Çünkü her ne yaparsam yapayım, 100 dolar, hala 100 dolar. Buruşturarak, ezerek, kirleterek değerini eksiltemiyorum. Gördüğünüz gibi işte hala 100 dolar. Umarım, kendi değerinizin de eksilmeyen bir güç olduğunun farkına varmışsınızdır.”

 

Sufi Metin Analizleri

Sufi Metin Analizleri

Sözün önemi ile ilgili Yunus Emre ve Mevlana metin analizleri;

Mevlana Celalledini Rumi – Sözün Önemi

‘Sen düşünceden ibaretsin/Geriye et ve kemiksin/Gül düşünür gülistan olursun/Diken düşünür dikenlik olursun.’’

Mevlana bu sözünde düşüncelerimizin duygularımızı ve kişiliğimizi etkilediğini anlatmıştır. Ağzından güzel sözler çıkan insanın gül bahçesine dönüşeceğini, kötü, olumsuz sözler çıkan insanın da diken bahçesine dönüşeceğini vurgulamıştır..

Yunus Emre – Sözün Önemi

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz

Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Keleci: Güzel, kusursuz düzgün söz demektir. Düzgün konuşan insanın yüzü, söylediği sözler nedeni ile kararmaz. Kötü duruma düşmez. Sözü pişirmek demek ise sözü olgunlaştırmak manasındadır. Nasıl ki yemeği pişirdikçe tadı çıkar, çay demini aldıkça lezzetini verirse, sözü de pişir, demle öyle sun, diyor Yunus Emre.

Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı

Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz

Bir söz bir savaşı kesebilir, bitirebilir, sonlandırabilirsin. Aynı şekilde kişinin yanlışlıkla söylediği bir söz onu başından edebilir. Özellikle Yunus Emre’nin yaşadığı çağı düşünürsek, bir krala, padişaha ya da mevkisi yüksek birine söylenen yanlış bir söz kişiyi idam sehpasına götürebilir.

Ve devamında diyor ki, öyle bir söz söylersin ki, zehirli yemeği bal eder, ilaç eder.

Sözlerini olgunlaştır, yaramazını ayrıştır

Tart sözünü akıl ile, söyleme mevsimsiz bir söz,

Sözlerini akıl ile tart, olgunlaştır, olumsuzlarını, zarar verenlerini ayrıştır. Yeri gelmedikçe söz söyleme.

Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz,

Kişi söylediği sözleri bilmeli, başkalarına zarar verenlerini söylememeli. Bu cihandaki cehennemi, cennetlere çevirir bir söz, diyor.

Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden
Pek sakın o şah katından, seni ırak ede bir söz.

Yunus sözü üsülüne göre söyle, dikkatli söyle, çünkü yanlış edeceğin bir söz seni Hakk katından uzak tutabilir, diyor.

 

2018 – Hakan Mengüç

Ben Ney’im

Ney’in hikayesiyle varoluşun gizemi… Ruhun, ilişkilerin, zihnin ve bedenin denge yolculuğu…

“Derdin kendindendir bilmiyorsun derman yine sendedir görmüyorsun koskoca âlem içine yerleştirilmiş, sen hala kendini küçük bir şey mi zannediyorsun?”

hz. ali

Vakti zamanında Avrupa’nın ünlü müzelerinden birinde dünyanın en pahalı elması sergileniyormuş. Gözünü elmasa dikenbir hırsız da aylardır bu taşı çalmanın yollarını arayıp durmuş. Soygunun her aşamasını iyice düşünmüş. İncelikli bir plan yapmış.

Sonunda soyguna çıkmaya karar vermiş ve gece olmasını beklemiş. Uygun saatte müzeye girmiş ve tam da planladığı gibikolayca elmasa ulaşıp çalmayı başarmış.

Bütün kapıları teker teker geçtikten sonra hiç hesaplama- dığı bir güvenlik görevlisi ile karşılaşmış. Adam kulakları sağır edercesine düdüğünü çalıp, diğer güvenlik görevlilerini uyar- mış. Bir panik havasıdır esmiş…

Çok geçmeden güvenlik görevlileri koşup gelmişler. Hırsız durup bekler mi? Koşarak olay yerinden kaçmış. Elinde elmas- la karanlık bir sokağa dalmış, bir de bakmış ki yerde evsiz bir dilenci yatmış, uyuyor.

Hırsız, elindeki elması dilencinin cebine atıp koşmaya de- vam etmiş. Köşeyi döndüğünde bir polisle yüz yüze gelmiş. Hırsızderhal silahına davranmış ama polis ondan daha hızlı çıkmış ve adamı vurmuş. Hırsız oracıkta ölmüş.

Sabah olunca dilenci uyanmış tabii. Eski paltosunda dün- yanın en pahalı elmasının durduğundan habersiz… Cebine bakmakaklına bile gelmemiş. Günler günleri, haftalar haftaları kovalamış ama dilenci cebinde bir hazine taşıdığını bilmeden avuç açıp dilenmeye ve sokaklarda titreyerek uyumaya devam etmiş. Yıllardır üzerinden çıkarmadığı paltosunun ceplerini her zamanki gibi bomboş zannediyormuş.

Aradan uzun zaman geçmiş… Sonunda bir gün dilenci de cebinde elmas taşıdığından habersiz ölüp gitmiş. Üzerindeki kıyafetler de kimsesizler mezarlığına atılmış. Hayatı boyunca dünyanın en pahalı elmaslarından biriyle yaşadığı halde ceple-rine bakmayı hiç akıl edememiş.

Unuttuğun Elması Hatırlatmak İçin Geldim

Hepimizin cebinde belki bir, belki iki, belki de daha fazla sayıda elmas var. O potansiyele sahibiz. Yapabilme ve olabilme becerisini taşıyoruz içimizde. Belki görmezden geliyor, belki de ceplerimizi karıştırmayı akıl edemiyoruz.

Ben sana elmas dolu ceplerini hatırlatmak için geldim. Unuttuğun ya da hiç tanışmadığın parçanı, seninle tanıştırmak için varım.

Sana dengeyi anlatmaya geldim.

Çünkü bu benim hocalarıma verdiğim sözüm…

Sana hocalarımdan öğrendiklerimi ve kendi deneyimlerimi anlatmama izin ver.

Sufi Nefesi

(Not: Nefes alma organımız burundur, sağlıklı nefes alma burundan gerçekleşir. Bu teknik bir istisnadır ve nadir zamanlarda uygulanır.)

Sufi nefesi nedir?

Sufizm’de birbirinden farklı birçok nefes tekniği var. Bugün size bu nefes tekniklerinden birini ve ne işe yaradığını anlatmak istiyorum.

Hani kültürümüzde bir söz var, “Hayy’dan geldik Hu’ya gidiyoruz.” Bunun ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Biz doğduğumuzda yani anne karnından dünya ilk çıktığımızda derin bir nefes alırız ve ölüm anında da son nefesi veririz. Nefesi derin bir şekilde hayy diye alırız ve verdiğimiz son nefes de hu gibidir. Bu yüzden Hayy’dan geldik Hu’ya gidiyoruz derler.

Bu yaşam süresi içerisinde bizi hayatta tutan en önemli madde havadır. Aldığımız nefes kadar varız, aldığımız nefesin kalitesi hayatımızı etkiliyor. 30-40 gün yemeksiz yaşayabiliyoruz, birkaç gün susuz. Ama sadece birkaç dakika nefessiz. Bu yüzden nefes hem bedensel hem de ruhsal olarak tüm kültürlerde çok önemli bir yere sahiptir.

Bugün yapılan birçok araştırma doğru nefes almanın fiziksel ve ruhsal hastalıklara iyi geldiğini söylüyor. 1931 yılında Nobel Tıp Ödülünü kazanan Otto Warburg, kanserli hücrelerin yüksek oksijenli ortamlarda yaşayamadığını keşfetmişti. Derin nefes için hastalanmayı beklemeyin. Sağlıklı hücreleriniz olduğu için şükredin, teşekkür edin.

Nefes tekniğimize geri dönelim. Hayy ve Hu nefesi. Peki sufiler bunu hangi çalışmalarda kullanırlar. Öncelikle sufi meditasyonu diye bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Meditasyon deyince herkesin aklında Hint kültürü, çok tanrılı dinler geliyor. Halbuki meditasyon genel bir isimdir, anlamı yoğunlaşma demektir. Hint meditasyonu da vardır, budist meditasyon da vardır, sufi meditasyon da vardır. Peki sufi meditasyonları nelerdir, en çok bilinenleri murakebe, zikir, dua ve rabıtadır.

Tabii bunların zaman içinde suistimal edilenleri de olmuştur ama birkaç doktor kötü diye bütün doktorları kötü saymamız ne kadar haksızlık olursa, yolundan çıkmış birkaç tarikat ve cemaatin yaptıkları da bütün sufilere mal edilmemeli.

Biz nefes tekniğimize geri dönelim. Sufiler bu nefes tekniğini yani Hayy ve Hu nefes tekniğini hem ruhsal gelişimlerinde, hem de zaman zaman endişelerini gidermek, rahatlamak ve sakinleşmek için kullanmışlar. Hayy Hu nefesinde, ağzımızdan Hayy diye nefes alırken olabildiğince oksijen çekeceğiz içimize, nefesimizi vermeden önce içimizde birkaç saniye tutacağız ve sonra Hu diye vereceğiz.

Biraz önce demiştim ki, sufiler aynı zamanda endişeleri gidermek, sakinleşmek için de bu nefesi kullanıyorlar. Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sinirlendiğimizde, kızdığımızda, endişelendiğimizde beynimiz gerçekten fiziksel olarak ısınıyor.

Aynı bilgisayarda çok fazla işlem yaptığımızda bilgisayarın ısınması gibi. Peki bilgisayar çok fazla ısındığında, kendisini nasıl soğutuyor? Fan açarak değil mi? Peki biz beynimizi nasıl soğutacağız, aynı şekilde derin nefeslerle. Neden esnediğimizi hiç düşündünüz mü? Esnediğimizde ağzımızı bayağı açıp, içimize bol oksijen çekiyoruz. New York Üniversitesi’nden Andrew Gallup yeni bir teori geliştirdi. Gallup’a göre esneme yoluyla aslında beynimizi aşırı ısınmaktan koruyoruz. Çenenin şiddetle açılması kanın kafatasında dolaşımını sağlayarak aşırı ısıyı dağıtıyor, esneme sırasında alınan derin nefesle sinüs boşluklarına dolan hava ise beyni serinletiyor.

İşte gördüğünüz gibi, yüzyıllardan beri uygulanan tekniklerin bugün bazı bilimsel karşılıklarını görmeye başlıyoruz. Siz de bu tekniği evinizde deneyebilirsiniz. Fakat önemli bir hastalığınız varsa veya denediğinizde bir rahatsızlık oluşursa mutlaka doktorunuza danışın.

Hakan Mengüç Kitapları

Mesnevi neden dinle ile başlar?

ب (b)’nin sırrı nedir?

Mesnevi neden “dinle” diye başlar? Mesnevi’deki ب (b)’nin sırrı nedir? Hz. Ali neden “Ben ب (b)’nin altındaki noktayım.” demiştir. Tasavvuf erbapları neden bir parça hüzünü severler?

Mesnevi Farsça yazıldığı için orjinalinde, “Bişnev” diye başlar. Daha da ileriye gidersek,  ب (b) ile başlar.

Kur’an’da ب (b) ile başlar, yani besmele ile. Kur’an’daki bütün sureler -biri hariç- ب (b) ile başlar. B ile başlamayan sure Tevbe suresi de, “Beratün” diye başlar, yani ب (b) ile başlar.

Peki bu ب (b)’nin önemi nedir?

Hz Ali’ye atfedilen bir sözde denir ki; “Kainatın sırrı Kur’an’dadır. Kur’an’ın sırrı Fatiha’dadır. Fatiha’nın sırrı, Besmelededir, besmelenin sırrı, b harfindedir. Ben o ب (b) harfinin altındaki noktayım.”

Neyin yakıcı sesi ayrılıklardan mı bahseder?

Mesnevi şöyle başlar; Şu neyi bir can kulağı ile dinle, ayrılıklardan yakındığını anla!..

Peki bu ayrılık nedir? Neyin ayrılığıdır? Kamışlıktan kopan ney nasıl kamışlığa, yani vatanına dönme arzusu taşıyorsa, yaratıcıdan bir damla taşıyan insan da yaratıcısına dönme isteği taşır. Bu yüzden tasavvuf erbaplar her zaman bir parça hüzünlüdür.

“Hüzün ki, en çok yakışandır aşıklara. Yandık, yakıldık ama hüzünden yana asla yakınmadık.”

Şems

Niyazi Sayın hocamızla sohbet

Niyazi Sayın: Yaşayan En Büyük Neyzen

Niyazi Sayın hocamızla Üsküdar’da buluştuk.

Yaşayan en büyük neyzen olarak kabul edilen Niyazi Sayın çok yönlü bir insan. Onun bu çok yönlülüğü ney üfleyişine de etki etmiş ki, Neyzen Sadreddin Özçimi’nin bir konuşmasında dediği gibi: Ney tarihinde bir Niyazi Sayın öncesi vardır, bir de sonrası. Bazı pozisyonların ve baskı şekillerinin eksikliği dolayısıyle eskiden Kürdîli Hicazkâr, Şeddi Araban, Nihavend gibi makamlarla taksim bile yapılamazken, bugün çoğu Niyazi hocanın talebesi olan neyzenler doğaçlama repertuvarlarına bu makamlara özgü tınıyı yansıtabilen bir üslûbu da ithal etmişlerdir.

Perdeleri kullanmadaki titizliği, nefes hakimiyeti ve benzersiz legatosuyla bilinen Neyzen Niyazi Sayın, Ney açarken yirmi altılı birim sistemine ilaveten kullandığı kaydırma sistemiyle de yenilikçidir. Niyazi Hoca bu sistem ile neylerin tam ve akortlu ses vermesine imkân tanımıştır.

Niyazı Sayın’ın çok yönlülüğü

Çok yönlü bir sanatçı ve zanaatçı olan Neyzen Niyazi Sayın, ebrudan fotoğrafa, tespihçilikten sedef kakmacılığına, elektronikten tornacılığa, balıkçılıktan gülcülüğe, ağaç işlerinden kuşçuluğa kadar yoğun bir ilgi yelpazesi içinde yoğrulmuştur. Bütün bu sanatların birbiri ile bağlantılı olduğunu söyler. Mesut Cemil Bey gibi o da sanatı iyi ahlâkın bir uzantısı olarak görür.

Niyazi hoca bir sohbetinde şöyle demişti; “İnsan yaratılmışların en eşreflisidir. O yüzden boş durmamalı. Muhakkak bir şeylerle meşgul olmalı. Mesela tavuk besleyin, bir çiçek ekin bahçeye, kuş besleyin, bir ağacı alın marangozluk yapın. Tek taraflı sadece neyi elinize alıp çalarsanız hiçbir şey yapamazsınız. Neyi üflemek için elinizde bir sermaye olmalı, sizin uğraştığınız o diğer alanlar sermayeniz ve neyi üflemenizi doğrudan etkiliyor.”

‘Musiki ard arda gelen iki notanın manevi münasebetidir.” diyen Niyazi hoca, bu iki notanın doğru münasebetini biraraya ancak sizin kültürünüz getirebilir, demektedir.

Kutbü’n-Nâyi Niyâzi Sayın

Yaşayan en büyük Neyzen olan Niyazi Sayın hocamızdan hayat derslerini zaman zaman yazılarla sizlerle paylaşacağım. Şimdi sizi Niyazi Sayın hocamızının en meşhur taksimlerinden biri ile başbaşa bırakıyorum.

Mevleviliğin ilk yılları

Mevleviliğin ortaya çıkışı

Hz. Mevlâna ve Mevlevîlik Tarîkatının Kökenleri

Hz. Mevlâna’nın döneminde, onun etrafında ve medresesinde bir grup mürit toplanmıştı. Bu müritler, herhangi bir resmi tarîkat usulüne bağlı olmaksızın, Mevlâna’nın derslerine ve sohbetlerine katılıyorlardı. İlginç bir nokta, Hz. Mevlâna’ya intisap etmek isteyenler için uygulanan özel bir ritüeldir. Bu ritüel, “çehâr darb” olarak adlandırılır ve kişinin saç, bıyık, sakal ve kaşlarından küçük bir miktar kıl kesilmesini içerir. Bu ritüel, kişinin tarikata katılımını simgeler ve Şems-i Tebrizî ile Mevlâna’nın karşılaşmasından önce, yani 1244 yılından önce gerçekleştiği belirtilmektedir (Gölpınarlı: s. 164).

Hz. Mevlâna, bazı yetişmiş müritlerine şecere yazarak onları çeşitli bölgelere göndermiş, bu da Mevlevîlik Tarîkatının temellerinin atıldığının bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Mevlevî tarihçisi Sâkıb Dede’nin (öl. 1735) tespitlerine göre, Mevlevîlik; Semâ, sefâ, vecd ve hâl gibi kendi âdâb ve erkânına ek olarak, Nakşibendî tarîkatının esasları ve Şems’in aşk ve cezbe temelleri üzerine kurulmuştur (Sefîne: I, 134). Bu tanım, tarîkatın en güzel açıklamalarından biri olarak kabul edilir.

Bunun yanı sıra, Mevlevîlik yolu, sadece bir tarîkat olmanın ötesinde, aşk yolunu, cezbe yolunu temsil eder. Aynı zamanda, bir kültür hareketi olarak ve irfana ulaştıran bir yaşam biçimi olarak ön plana çıkar. Bu yol, dünyadan el etek çekmeyi değil, daha ziyade dünyayı anlamak ve içsel bir bilgeliğe ulaşmak için bir araç olarak görülmektedir. Hz. Mevlâna’nın öğretileri ve Mevlevîlik, zamanla sadece bir tarikat olmaktan çıkıp, derin manevi ve kültürel bir akım haline gelmiştir.

İlk hilaf Hüsameddin Çelebi

Hz. Mevlâna’nın Vefatından Sonra Mevlevîlikte Liderlik Değişimi

Hz. Mevlâna’nın 1273 yılında vefat etmesi, Mevlevîlik için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Onun vefatının ardından, Mesnevî’nin kâtibi Çelebi Hüsameddin, Hz. Mevlâna tarafından liderlik için uygun görülmüştü. Bu tercih, Hz. Mevlâna’nın hayatının son dönemlerinde, çevresindekilere verdiği bir cevaptan kaynaklanıyordu. Kendisine “Sizden sonra hilafet kimin olacak, sizin yerinize kim geçecek?” şeklinde yöneltilen sorulara, “Çelebi Hüsameddin halifemiz olur.” diyerek yanıt vermiş ve böylece liderlik koltuğunun kimin tarafından devralınacağını belirtmişti (Eflâkî: II, 162).

Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled, babasının vefatı sırasında olgun bir yaşta (47 yaşında) olmasına rağmen, babasının boşalttığı makama geçmeyi reddetmiş ve o da Çelebi Hüsameddin’i liderlik için uygun görmüştü (İbtidânâme: b. 2668 vd.).

Çelebi Hüsameddin, Mevlevîlikte meşihat görevini 11 yıl boyunca sürdürdükten sonra 1284 yılında vefat etmiş ve bu durum, Sultan Veled’in liderlik makamına geçişini bir zaruret haline getirmiştir. Hz. Mevlâna’nın vefatından sonra bu liderlik değişimi, Mevlevîlik tarikatının devamı ve gelişimi açısından büyük önem taşımıştır. Bu dönem, Mevlevîlik tarihinde önemli bir geçiş ve dönüşüm süreci olarak kabul edilir. Sultan Veled’in liderliği altında, Mevlevîlik daha da yaygınlaşmış ve derinleşmiştir.

Sultan Veled Döneminde Mevlevîlik: Kurumsallaşma ve Yayılma

Mevlevîlik, Sultan Veled’in liderliği altında önemli bir dönüşüm yaşamış ve kurumsallaşma sürecine girmiştir. Sultan Veled’in 1284 ile 1312 yılları arasında, yaklaşık 28 (veya 21) yıl süren liderliği döneminde, Mevlevîlik önemli gelişmeler kaydetmiştir.

Bu dönemde, mürit ve dost sayısı artmış, sarayla ilişkiler güçlenmiş ve daha da önemlisi, Semâ, müzik ve Mesnevîhânlık gibi Mevlevîlik uygulamaları belirli bir düzene sokulmuştur. Bu düzenlemeler, Mevlevîliğin kurumsallaşmasının temelini oluşturmuştur. İlerleyen yıllarda, Pîr Âdil Çelebi’nin (ö. 1460) meşihatı döneminde yapılan yeniden yapılanma ile bu temel üzerine inşa edilen Mevlevîlik âdâb ve erkânı, günümüze dek büyük bir değişiklik olmaksızın devam etmiştir.

Sultan Veled döneminde Mevlevîlik, bir yandan belirli usullere oturtulurken, diğer yandan Sultan Veled’in gönderdiği elçiler sayesinde, özellikle Kırşehir, Amasya ve Erzincan başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yayılmaya başlamıştı. Bu elçiler, gittikleri yerlerde büyük sempati ile karşılanıyor ve kurulan Mevlevî zâviyelerinde Hz. Mevlâna’nın fikirleri, Semâ ve müzik aracılığıyla kalpleri kazanıyordu.

Sultan Veled’in 1312 yılında vefatıyla Mevlevîlik Yolu’nun esasları büyük ölçüde belirlenmişti. Ondan sonraki lider, oğlu Ulu Ârif Çelebi (d. 1272), zaten babasının zamanında kendini yetiştirmiş ve Mevlevîliği Anadolu ve İran’da yaymak için çaba göstermişti. Sultan Veled’in liderliği ve sonrasındaki dönem, Mevlevîlik tarihinin en önemli evrelerinden biri olarak kabul edilir. Bu dönem, hem Mevlevîliğin kurumsal yapısının oluşumu hem de geniş çaplı yayılımı açısından kritik bir öneme sahiptir.

Özetlersek, Mevleviliğin ortaya çıkışı ve gelişimi, Hz. Mevlâna ve onun müritleri etrafında şekillenmiştir. Mevlâna’nın etrafında toplanan müritler, resmi bir tarikat olmaksızın onun ders ve sohbetlerine katılırken, Mevlevîlik, Semâ ve aşk gibi özgün ritüelleriyle kendine has bir yol izlemiştir. Hz. Mevlâna’nın vefatından sonra liderlik, ilk olarak Çelebi Hüsameddin’e, sonra Sultan Veled’e geçmiş ve bu dönemde Mevlevîlik, kurumsallaşma ve yayılma sürecine girmiştir. Sultan Veled döneminde Mevlevîlik, Anadolu’nun çeşitli yerlerine yayılarak geniş bir etki alanı kazanmıştır. Bu dönem, Mevlevîlik tarihinin en önemli evrelerinden biri olarak görülür, zira hem kurumsal yapının oluşumu hem de geniş çaplı yayılımı açısından kritik bir öneme sahiptir.

Kaynakça ve Ek Okumalar

Ankaravî, İsmail Rüsûhî: Risâle-i Usûl-i Tarîkat ve Bi’at, Süleymaniye Küt. Nâfiz Paşa Böl., no: 352, 1b-7b

Arpaguş, Sâfi, Mevlevîlikte Ma’nevî Eğitim, Vefa Yay., İstanbul, 2009

Asaf Hâlet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Hece Yay., Ankara, 2002

Aşcı Dede, Aşcı Dedenin Hatıraları, Haz. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul, 1960

Banoğlu, Niyazi Ahmed, “Atatürk ve Mevlâna”, Tarih ve Coğrafya Dünyası, Mevlâna Özel Sayısı, 15 Aralık 1959, s. 415-416

Çelebi, Esin, “Cumhuriyet Döneminde Mevlevîlik”, Yüzyıllar Boyu Mevlâna ve Mevlevîlik, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Uluslararası Mevlânâ Vakfı Yay., İstanbul, 2008, s. 32

Çilehâne Mektupları, Tahir Olgun, Haz. Cemâl Kurnaz, Gülgün Erişen, Akçağ Yay., Ankara, 1995

Demirci, Mehmet, Mevlânâ ve Mevlevî Kültürü, H Yay., İstanbul, 2008

Derman, M. Uğur, “Mevlevîlik ve San’at”, Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, Karatay Bel. Yay., İstanbul, 2002, ss. 203-212

Eflâkî, Şemseddin Ahmed, Menâkıbü’l-ârifîn, çev. Tahsin Yazıcı, Âriflerin Menkıbeleri, I-II c., İstanbul, 1986-1987

Gölpınarlı, Abdülbaki, “Mevlevîlik”, MEB İslâm Ansiklopedisi, VIII. c., İstanbul, 1993, ss. 164-171

Gölpınarlı, Abdülbaki: 2006, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılâp Yay., İstanbul, 2006

Hakâyık-ı Semâ, Hacı Feyzullah Efendi, çev. Mahmûd Celâleddîn,İstanbul, 1334-1336

İbtidânâme, Sultan Veled, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, İbtidânâme, Ankara, 1976

Köstüklü, Nuri, Vatan Savunmasında Mevlevîhaneler, Çizgi Kitabevi, Konya, 2005

Küçük, Sezai, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yay., İstanbul, 2003

Lewis, Franklin, Mevlânâ Geçmiş ve Şimdi, Doğu ve Batı, Kabalcı Yay., İstanbul, 2010

Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılâp Yay., İstanbul, 1983

Mevlevî Matbah-ı Şerif Terbiyesi, Ser-tabbâh-ı Dergâh-ı Mevlânâ Mustafa Nizâmeddin, SÜ Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü İhtisas Küt., Yazma no: 305

Mevleviyye Silsilesi, Seyyid Fâzıl Mehmed Paşa, Haz. Tahir Hafızalioğlu, İnsan Yay., İstanbul, 2010

Nablusî, Abdülganî, el-‘Ukûdü’l-lu’luiyye fî tarîki’l-sâdat’l-Mevleviyye, Şam, 1329 H.

Önder, Mehmet, “Mevlevîliğin Sistemleşmesi, Sultan Veled ve Diğer Postnişînler”, Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, Karatay Bel. Yay., İstanbul, 2002, ss. 131-150

Özönder, Hasan, “Mevlevî Dergâhlarında Mutfağın Önemi ve Âteş-Bâz Makâmı”, Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, Karatay Bel. Yay., İstanbul, 2002, ss. 179-184

Sayar, Ahmet Güner, Osmanlıdan Cumhuriyete Portre Denemeleri, Ötüken Yay., İstanbul, 2000

Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyyân, Sâkıb Dede, I-III c., Mısır, H. 1283

Sipehsâlâr, Ferîdûn b. Ahmed, Risâle-i Sipehsâlâr be Menâkıb-ı Hüdâvendigâr, çev. Tahsin Yazıcı, Mevlâna ve Etrafındakiler, İstanbul, 1977

Şafak, Yakup, Mevlevî Gülbangleri, Konya İl Kültür ve Turizm Müd. Yay., Konya, 2010

Şimşekler, Nuri: 2004,  “Mevlevîliğin Tarihi Seyri”, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî-İnsanlığın Aynası, Editör: Ahmet Efe, Konya B. Şehir Belediyesi Yay., 313 s., Konya, 2004, ss. 145-165

Şimşekler, Nuri: 2007,  “The Spread of The Mawlawiyya and The Reasons for Its Spread in The Aegean Region in The XVIth Century”, Mevlâna Araştırmaları Dergisi-The Journal of Rumi Studies, Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Yay., Yıl: 1, Sayı: 1, Mayıs 2007, ss. 143-158

Şimşekler, Nuri: 2009, “Sipehsâlâr, Ferîdun”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2009, c. XXXVII, s. 260

Şimşekler, Nuri: 2011,  Mutfakta Pişen Canlar, Yüzyılların Birikimi Mevlevî Kültürü,Life Pro. Yay., Konya 2011

Tanrıkorur, Barihüda, “Mevleviyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, 2004, c. XXIX, ss. 468-475

Top, H. Hüseyin, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Yay., İstanbul, 2001

et-Tuhfetü’l-behiyye fi’t-tarîkati’l-Mevleviyye, Trabzonlu Köseç Ahmed Dede, Haz. Ali Üremiş, Serander Yay., Ankara, 2007

Uzluk, Şahabettin, Mevlevilikte Resim Resimde Mevleviler, İş Bankası Yay., Ankara, 1957

Neyzen Hakan Mengüç Kanalı

Neyzen Hakan Mengüç ney, neyzen ve ney sesi…

Neyzen Hakan Mengüç YouTube kanalı 15 Nisan 2020’den itibaren Hakan Mengüç ve ekibi tarafından yönetilmektedir. Daha öncesinden sevenleri tarafından yönetilmekteydi.

Ney’in Hİkayesi

 

İnsanlarla ortak kaderi paylaşan ney”in ortaya çıkışı ve onlar tarafından keşfedilişi hakkında, Mevlevî kaynaklarda şu temsîlî hikâye nakledilir: 

Peygamber Efendimiz, Allâh”ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını, ilmin kapısı Hazret-i Ali”ye de emânet eder ve:


“–Bu sırları sakın ifşâ etme!” diye sıkı sıkı tenbihler.
Hazret-i Ali, kendisine tevdî edilen bu emânete tahammül edemez, altında iki büklüm olur. Sahralara düşer. Derûnunda sakladığı esrarı bir kör kuyuya döker.

Vaktolur kuyu suyla dolup taşar. Kuyudan taşan bu sular, çevresini zamanla bir sazlık hâline çevirir ve burada kamışlar biter. Bu sazlığın rüzgarda hoş nağmeler çıkardığını farkeden bir çoban, bunlardan bir tanesini keser ve ondan “ney” yapar.

Fakat ney”den çıkan bu ses, o kadar içli ve yanıktır ki, herkes bu sesin derin, duygulu ve yakıcı nağmelerine meftûn olur. Onunla ağlar, onunla gülmeye başlar. Çobanın ünü kısa zamanda yayılır ve her yerden bu çobanı dinlemek için gelirler ve etrafında toplanmaya başlarlar.

 

 

Mevlana Terapi, Tasavvuf Eğitimi

Tahran ve Tebriz’de Mevlana Terapi ve tasavvuf üzerine eğitim aldım. (Not: Buradaki terapi kelimesi tıbbi anlamda değil, manevi anlamda kullanılmış bir kelimedir. Nasıl ki “ney sesi ruhlara bir terapidir,” ya da “Mevlana’nın sözleri gönüllere şifadır,” dediğimizde tıbbi anlamda bir tedaviyi kastetmiyorsak, buradaki Mevlana Terapi sözcüğü de, Mevlana’nın insanları rahatlatan sözleri, hikayeleri, seması ve musikisini temsil ediyor.)

hakanmenguctahran

Hz. Mevlana eserlerini Farsça yazdığı için Farsça öğrenmenin Mevlana ve Şems’i anlamada çok önemli bir adım olacağına inandım. Eğitim ve öğretim hiçbir zaman bitmeyecek bir süreç. Bana küçük yaşlarda musiki hocalarım şu sözü öğretti: ”Ben oldum demek ben öldüm demektir.” Bu yüzden hayatım boyunca bir öğrenme aşığı oldum.

Yunus Emre ‘olduğunu zannedenler‘ için demiş ki;

Aşk ile gelen erenler, aguyu nuş eder,
Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder. ¹

Yani aşk ile gelen erenler, zehri, bal şerbetine dönüştürür, Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder. Burada da demek istiyor ki, daha ayağın topuk seviyesine ulaşmamış bir su parçası, deniz ile boy ölçüşmeye kalkar.

Burada Yunus Emre, çok az bir bilgi seviyesine sahip kişilerin, her şeyi bildiğini zannetme gafletinden bahsediyor ve şöyle devam ediyor;

Dostdur bizi okuyan, üzerimize şakıyan,
Şimdi üç buçuk okuyan, derin tanışman olur.

Mevlana Terapi eğitimi ve yaklaşımı dünyaya akıl gözü ile değil kalp gözü ile bakmanın yöntemlerini öğretiyor. Kalp gözü ile baktığınızda çevrenizde gelişen olaylara farklı açılardan bakabiliyorsunuz. Artık her olay sizin için bir derse dönüşüyor. Sabrı, tevekkülü idrak ediyorsunuz. Bu konuşmanıza, duruşunuza yansıyor.

Mevlana Terapi eğitiminden öğrendiklerimi bilgi amaçlı paylaşıyorum. Elimizden geldiğince de paylaşmaya devam edeceğim. İnşallah biz de bu gök kubbede hoş bir seda bırakabiliriz. Mevlana Terapi ve tasavvuf eğitiminde bana destek olan tüm hocalarıma teşekkür ederim.

Hakan Mengüç

iran_mesnevi
mevlana_terapi