Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Kategori: Kıssadan Hisse (page 16 of 22)

Tasavvuf Terapi nedir?

Tasavvuf veya Sufi Terapi

tasavvufterapi3Öncelikle şunu belirterek başlamak isterim, tasavvuf bir terapi yöntemi değil, bir yoldur, yolculuktur. Kendini tanımayı, kendini bilmeyi amaçlayan bir yolculuk.

Öyle bir yolculuk ki, daha yolun başında kişi hayat kalitesinde inanılmaz değişimler yaşıyor. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için birçok psikiyatr ve psikoloğun makalelerinden oluşan, Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Kemal Sayar’ın Sufi Psikolojisi adlı kitabını okuyabilirsiniz.)

Peki ‘Tassavvuf Terapi’ kavramı nasıl ortaya çıktı?

15. yüzyıldan itibaren Avrupa toplumunda kiliseye karşı oluşan antipati bir süre sonra Avrupalıların dine ve maneviyatta bütünüyle olumsuz bakış açısı takınmasıyla sonuçlandı. Bu olayların sonucunda ruhsallıktan uzaklaşan Avrupa toplumu çareyi sadece akılda buldu, onlara göre her şey akılla çözülmeliydi, maneviyata yer yoktu. İtalya’da Rönesans doğarken Almanya ve Avusturya’da Barok dönemle birlikte aydınlanma çağı başladı.

Aydınlama çağında sanat ve müzikte yaşanan büyük gelişmelerle birlikte, insan ‘ruh’ denen kavramdan arındırılıp bir makine gibi görülmeye başlandı. (Bugün hala bazı biliminsanları bu görüşü savunmaya devam etmektedir.)

Bu akılcılık onlara yetmeyince farklı arayışlar başladı. 1800’lerin sonuna doğru Sigmund Frued, makine olarak görülen insan zihninin bilinmeyen bir arka kapısı olduğunu keşfetti ve buna da ‘‘bilinçdışı” dedi. Fakat Freud bilinçdışını keşfederken bunu maneviyatla birleştirmedi. Kendisinden sonra  Carl Gustav Jung ise bilinçdışı ve rüyalarla ilgilenmeye başlayıp, insanın manevi yönü üzerine çalışmalar yaptı. Jung’dan sonra gelen psikoloji profesörü Abraham Maslow insanın nihai amacının kendini gerçekleştirmek olduğunu savundu ve insanın manevi yönü üzerine çalışmalar yaptı.

‘Transpersonel Psikoloji’nin Doğuşu

Amerika’lı Tıp Profesörü William James ile birlikte insanın manevi yönü, ‘Transpersonel Psikoloji‘ adıyla incelenmeye başladı.

İnsanın manevi yönünü incelemeye başlayan psikologlar önce Zen Budizmi, Hint felsefesi, Tao felsefesi gibi Doğu kültürü inançlarına yöneldiler.

Doğu kültürü inançlarıyla birlikte Anadolu’ya yönelen Transpersonel psikoloji araştırmacıları Mevlana’yı, Yunus Emre’yi ve böylelikle ”Tasavvuf”u keşfetmeye başladılar.

tasavvufterapi2

Tasavvufun Sistematik Yapısı ve Nefs Mertebeleri

Araştırmacılar tasavvufun zengin içeriği, musiki, sema, zikir ve halvet gibi yöntemleri karşısında şaşırmaya ve böylece daha çok araştırmaya başladılar. Tasavvuf, insanın manevi yönünü öyle kapsamlı bir şekilde inceliyordu ki; 7 aşamalı nefs sisteminde (Nefs-i Emmare’den başlayıp, Nefs-i Kamile’ye giden süreç) insanın hangi mertebede ne hissedeceği, nasıl davranacağı, ne tür haller yaşayacağını anlatıyordu.

Sufi felsefesi ve sufi terapi üzerine yazılan kitapların %70’i yabancı psikolog ve araştırmacılar tarafından yazılmıştır. (Not: Psikiyatri Uzmanı Dr. Mustafa Merter’in Nefis Psikoloji adında bir kitabı var, epey kapsamlı bir kitap, bu alan üzerine çalışanlar için zengin bir içerik.)

tasavvuf4

Neden ‘Tasavvuf (Sufi) Terapi’ Deniyor?

Transpersonel psikoloji ile ilgilenen psikologlar, tasavvufu bir terapi yöntemi olarak görüyor. Tasavvuf günümüz insanını iki şekilde iyileştiriyor;

Birincisi psikiyatride ”anomi” olarak bilinen ‘‘anlamsızlık hastalığı’‘nı yok ediyor.

İkinci olarak da, yapılan sufi uygulamaları ile kişi stres durumundan (yani beta beyin dalgasından) aşamalı olarak, sakin, rahat bir konuma (yani alfa beyin dalgasına) geçiyor. Başlarda gün içinde kısa kısa hissedilen bu durum, daha sonraları günün tamamına yayılıyor. Tasavvufta bundan “hal” ve “makam” olarak söz edilir.

Stres altındaki beden, beta beyin dalgasındayken dış dünyadan devamlı olarak tehlike sinyalleri alır ve adrenal hormonlar salgılanmaya başlar. Adrenal hormonların işi bizi tehlikelere karşı daha uyanık ve hazır durumda tutmaktır. Bu  durumda bağışıklık sistemimizi koruyan askerler, dışarıda savaş alarmı verildiği için, takviye güç olarak bağışıklık sistemi koruma bölgesinden ayrılırlar; bu da bağışıklık sistemimizin minumum korumada çalışmasını sağlar.

Fakat sakin, rahat olduğumuz alfa konumlarında ise (daha derinlerde “teta” konumunda) bedenimiz ve bağışıklık sistemimiz ideal performansla çalışır. Güçlü bir şekilde bizi korumaya devam eder.

Günümüz insanının en büyük rahatsızlığı olan stres, yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı bağışıklık sisteminin minimum korumada çalışmasını sağlar ve hastalıklardan daha kolay etkilenir hale geliririz. Ayrıca duygusal olarak da daha hassas olur, çabuk üzülür, öfkelenebilir ve ani duygusal iniş çıkışlar yaşabiliriz.

Tasavvuf yolcusu daha yolun başında, uyguladığı çeşitli egzersizlerle (nefes tekniği, sema, zikir, dua, musiki vb.) beyin dalgalarını alfaya düşürür ve bir süre sonra bu beyin dalgalarını, alfa dalgasında sabitlemeye başlar.  Bu yüzden sufi meşrep insanlarda sakin bir ruh hali görülür.

Tasavvufta kalıcı olan ve devamlılığı sağlanmış ruh haline ‘makam‘; geçici süreyle hissedilen, ara sıra girilip çıkılan ruh haline ise ‘hal’ dendiğini söylemiştik. Sürekli tekrarlanan ritüeller, artık doğal olarak ideal beyin dalgasında kalmaya yol açıyor.

Alfa beyin dalgası tasavvuf yolculuğunun başlangıcıdır. 7 aşamalı nefis yolculuğuna çıkan tasavvuf öğrencisi, zaman içinde aklını kullanmaktan öte gönlünü kullanmayı öğrenir. Akıldan gönüle geçiş, başka bir yazımızın konusu olduğu için burada ele almayacağız.

Sonuç olarak, İslam dünyasında ‘manevi bir yolculuk’ olarak görülen bu süreç, Batılı psikiyatristlerce ‘tasavvuf terapi’ veya ‘sufi terapi’ terimiyle bilim dünyasına dahil edilmiştir.

Mevlana’ya göre de, hepimizin içinde yaşadığı ‘boşluk’ ve ‘anlamsızlık’ aslında ‘asl’ımızı arayış, yani Allah’ı arayıştır. O yüzden Mesnevi’nin başında şöyle der;

tasavvufterapi

Dinle Ney’den duy neler söyler sana,

Sızlanır hep ayrılıklardan yana.

Bir kez aslından koparılmışsa insan arar,

Aslına dönmek için hep uygun arar.

Hakan MENGÜÇ – 7 Mart 2014

Yol seni aslına götürmeye çalışıyor.

Bu yolculuk nereye dek böyle?

Mevlana Mesnevi’nin başında diyor ki;

Dinle Ney’den duy neler söyler sana,

Sızlanır hep ayrılıklardan yana…

….

Bir kez aslından koparılmışsa insan arar,

Aslına dönmek için hep uygun arar.

Ney sesinin feryadının ve etkileyiciliğinin nedeni, hep kamışlığa yani aslına dönme çabası ve sesiyle bunu anlatması.

Ney’in delikleri gibi insanın delikleri de duyguları.. Ve insan duyguları yoluyla aslına dönmek istiyor, feryad ediyor.

Ve her yol seni oraya götürmeye çalışıyor, sen bunu görmezsen vakit kaybediyorsun.

Kibir, her şeyi bildiğini sanman en büyük yanılgın.

Şeytanın Avukatı filminde Al Pacino Şeytanı canlandırıyordu ve şöyle demişti; ‘Kibir en sevdiğim günahtır.’

İnsan birilerine ve olaylara kızıp kendini soyutluyor. Bazen de çok okuyor ve her şeyi bildiğini, çözdüğünü zannediyor.

Oysa kendini akışa bıraksan, yol seni güzel bir yere götürecek.

Hem kendine, hem insanlara faydalı olabileceğin bir yere.

İzin ver.

Şimdi.

‘Ararsan Mevla’yı kendinde ara

Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.’

Tasavvuf ve Transpersonel Psikoloji

İnsan gönlüyle bağlantı kuramadığında akla sığınır. Akıl ise bir süre sonra aşırı yüklenir ve sorunlar çıkarmaya başlar.

İnsanın sadece akıl yapısını ele alan psikoloji bilimi, ruhsal yapısını da anlama ihtiyacına düştüğü için  A. Maslow ve William James gibi psikologların öncülüğünde Transpersonel psikolojinin kurulmasını sağladı. Kısaca transpersonel psikoloji, insan zihninin aşkın ve ruhsal yönleri üzerine araştırma yapar.

transpersonel

Transpersonal psikolojinin temellerini Karen Horney ile birlikte atan A. Maslow, psikolojinin manevi yanına yönelişini şu sözlerle ifade etmişti;

‘…Freud sanki psikoloji ilminin hastalıklı yarısını anlatmıştı. Bize ise sağlıklı diğer yarısı ile bu ilmi tamamlamak düşüyor…’ (A. Maslow, Toward a Psychology of Being, s. 5, 1968)

Tasavvuf’ta makamlar diye geçen halleri Maslow, ‘Dinler, Değer ve Doruk Deneyimler’ adlı kitabında ‘doruk deneyimler/peak experiences’ diye tanımlamıştır.

Tasavvuf’ta ara sıra yaşanan aşkın deneyimlere ‘hal’, eğer bu deneyim süreklilik arzediyorsa, ‘makam’ denir.  Maslow insanın sabitleşmiş bir doruk algılayış halinin de olabileceğini söyler ve buna da ‘yayla deneyimi/plateau experience’ der.

‘Yaşlandıkça doruk deneyimlerimin yoğunluğu ve sıklığı azaldı. Başkalarında da aynı durumu gözlemledim. Çarpıcı duygusal boşalımlar içimde yavaş yavaş sönmeye yüz tuttutuğunda, bilincimde çok değerli, farklı bir süreç ortaya çıktı. Bütün o doruk deneyimler, aydınlanmalar ve ani içgörüler suyun dibine çöktüğünden beri, bir tür ‘birlik bilinci’ yaşıyorum.  Şimdilerde ‘dünyayı’, sonsuzluk açısından görüyorum. Bu görüş daha şairane ve güncel. Olağan şeyler daha sembolik bir anlam taşıyor. Hiçbir şey eksilmiş veya özellik kazanmış değil ama ben her an mucizelerle örülü bir dünyada yaşıyor gibiyim.

Bu tür bir bilinçte de, doruk deneyimlerde müşhade edilen huşu, gizem, süpriz ve estetik şok gibi öğeler mevcut; fakat bunlar geçici değil, sürekliler. Yaşadığım şey,  yoğunluğu gittikçe artan ve doruk noktasına çıktıktan sonra azalan, orgazm gibi deneyimlerden çok farklı bir his. Sözünü ettiğim süreçte, bir yere oturup bir nesneyi sanki mucizevi birşeymiş gibi saatlerce izleyebilir ve onun her saniyesini doya doya yaşayabilirsiniz.’

Tasavvuf’ta sema, musiki ve zikir ile çeşitli ‘halleri’ deneyimleyen kişiler, o ‘hal‘in tadını alırlar. Tasavvufun dikey boyutunda yolculuk yapmış ve belirli yerlere gelmiş kişiler de, o ‘hal‘leri sürekli yaşar hale gelir ve buna da yukarıda da belirttiğimiz gibi ‘makam’ denir. Sema, musiki ve zikir gibi uygulamalar yeni öğrenciler için bir ağza bal çalma iken, ‘makam’a ulaşmış insanlar içinse bir hatırlama ve mevcut durumu korumadır.

Faydalanılan kaynaklar; ‘Wikipedia, Dokuz Yüz Katlı İnsan-Mustafa Merter, Dinler, Değer ve Doruk Deneyimler-Abraham Maslow’

Frued ve Mevlana’nın kadın hakkındaki görüşü

Frued’un Teorisi: Kadınlarda Doğuştan Gelen Yetersizlik

Frued’un öne sürdüğü doğuştan yetersizsizlik (penis kıskançlığı) kavramına inanmış veya farkında bile olmadan inandırılmış bir kadın, bilmeden bir ömür boyu bu yetersizliği aşmaya çabalayacaktır.

İki farklı çabalama türü  ile karşılaşırız. Bu çabalamanın ilkinde kadında erkeksileşme görülür. Erkek gibi davranınır ve farkında bile olmadan erkeklerle yeterlilik konusunda bir yarış haline girer. Böyle bir kadın ilişki hayatında maalesef çok kötü deneyimler yaşayacak ve bir süre sonra yalnızlığa mahkum olacaktır.

İkinci çabalama da ise kadın dişiliğini kullanıp öne çıkmaya çalışacak, göğüslerini, bacaklarını ve seksi kadınsılığını sergileyip bir avantaj yaratma yarışına girecektir.

Kadın Kutsaldır

kadin_feminen

Oysa ki kadın yeni bir hayatın yaratılmasına vesile olan kutsal bir varlıktır. Sezgileri erkeklerden çok daha güçlüdür. Ve feminen (dişi) enerjisi ile erkeğin arkasındaki asıl güçtür. İslam’da ‘Cennet anaların ayakları altındadır.’ sözü dahi kadınlara verilen önemi göstermektedir.

Bu yüzden kadının tüm bu yönlendirmelerden kurtulup, kendi ‘ben’i ile buluşması ve kendi feminen enerjisini ortaya çıkarması gerekir. İşte o zaman tam anlamı ile tasavvufta nefs-i mutmain denilen tatmin olmuş bir insan haline gelecektir.

Son olarak Mevlana’nın kadınlar hakkındaki bir sözü ile bitirmek istiyorum.

‘Kadın, Hak nurudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil.’ Mevlana

Kaynak: Mustafa Merter – Dokuzyüzkatlı İnsan

Aslan bakımı nasıl yapılır?

Güney Afrika eğitimimde, Limpopo Preadators Park & Animal Rehabilitation Center’da hayvan davranışlarını öğrenmenin yanı sıra, yavru aslan ve yavru bengal kaplanlarını beslemeyi, yetiştirmeyi öğrendik.

Türkçe’de bu konu ile ilgili bir kaynak olması açısından bu yazı yazmaya karar verdim.

Yavruları Diğer Erkeklerin Hışmından Kurtarmak

Doğada erkek aslanlar, kendisinden olmayan diğer aslan yavrularını öldürüyorlar. Bu yüzden, aslan bakımı yapılan yerlerde aslan yavruları doğumdan birkaç gün sonra hemen annelerinin yanından öldürülmemeleri için alınıyor.

Yavru bebek aslanlar biberonla besleniyorlar. Annelerinden alındıktan sonra 4 saatte bir özel hazırlanan aslan sütü ile besleniyorlar. Her 4 saatte bir 200 ml ılık aslan sütü veriliyor.

Bu gördüğünüz yavru bengal kaplanı ama o da aynı aslanların beslendiği aslan maması tozu ile yapılan sütle besleniyor.

Bu gördüğünüz yavru bengal kaplanı ama o da aynı aslanların beslendiği aslan maması tozu ile yapılan sütle besleniyor.

Yavru Aslanların Beslenmesi

Lion Milk Replacer diye özel bir toz var, bu tozdan blendera (karıştırıcı) 600 ml koyup üstüne su ekleniyor.

aslan_maması

Afrika’da kullandığımız Aslan maması tozu

aslan_mamasi_yapimi

Afrika’da kullandığımız blender

Daha sonra bu sütü bir sürahiye boşaltıyoruz, oradan da biberonlara aktarıyoruz.

Biberonlardaki sütün ılık olması için, bir kaba sıcak su koyup, biberonları kısa bir süre bu kapta bekletiyoruz.

beyazaslanhakan.jpg

Gecenin ikisinde kalkıp yavruları beslemek bir süre sonra zor geliyor :) Ve unutmayın beyaz aslanları beslemek sarı aslanlara göre daha zor. Çünkü biberonu kabul etmiyorlar. Beni ne uğraştırdılar :)

Biberonların Dezenfekte Edilmesi

Yavru aslanlar annelerinin yanından yeni ayrıldığı için dezenfekte işine dikkat edilmesi gerekiyor. Bebekleri besleyen kişiler mama vermeden önce, ortalama 4 litre su içine atılmış bir kapak çamaşır sulu kaba ellerini batırıp, önce kendi ellerini dezenfekte ediyorlar.

Biberonlar ise yemeklerden sonra iyice yıkanıp aşağıdaki çektiğim fotoğraftaki gibi büyük bir kovanın içine koyuluyor. Bu kovanın içine de her gün iki tane Milton dezenfekte ilacı atılıyor ve su her gün değiştiriliyor.

aslan_emzik

Orada çok yavru aslan olduğu için, kovanın içinde epey biberon var.

Biberonların olduğu kovanın içine koyulan tablet ilaç

Biberonların olduğu kovanın içine koyulan tablet ilaç

 

Yavru Aslanların Tuvaleti ve Uyuduğu Yer

İşin en sıkıcı kısmı yavru aslanların tuvaletini yaptırmak. Süt içirdikten sonra ıslak mendili popolarına sürtüyorsunuz ve tuvaletlerini yapmalarını bekliyorsunuz. Bu işlemi her mamadan sonra yapmak gerekiyor yoksa tuvaletlerini yuvalarına yapıyorlar ve her yerleri kaka oluyor.

Ayrıca kaka ve çişleri bir liste ile kontrol ediliyor. Bazı yavru aslanların kakalarında kan çıkabiliyor, kan çıkan aslanların mutlaka veterinere götürülmesi gerekiyor.

Gece de üşümeyecekleri ama rahat hava alabilecekleri bir yuvada kalmaları gerekiyor.

aslan_hakanmenguc

Yavru aslanlar taşınırken annelerinin yaptığı gibi enselerinden tutuluyor.

 

hakan_aslanlarla hakanmenguc_aslanlarla

 

 

 

 

 

 

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?

İslam Düşünürleri Darwin’den Önce Evrimden Bahsetmiş miydi?

Evrim teorisinin, İslam tarihinde Darwin’den bin küsür yıl önce ele alınmış ve işlenmiş olduğunu çeşitli kaynaklardan görebiliyoruz. Darwin’in evrim teorisi ile İslam düşüncesindeki evrimin farkını kısaca şöyle özetleyebiliriz; Darwin evrimi, doğal seçilim, uyum sağlama ve tesadüfler gibi etmenlere bağlarken, İslam düşüncesindeki evrimciler, tüm bu süreci Allah’ın yarattığını söyler.

El-Cahız ve Evrim (M.S. 761-898)

el_cahızİslam düşüncesinde evrimleşme konusunu ciddi bir şekilde ilk işleyen kişilerden biri İslam felsefesi konusunda kitapları olan El-Cahız‘dır. El-Cahız’ın, Kitab el-Hayavan (Hayvanlar Kitabı), 350’den fazla hayvan türünü şiirsel anlatım, anekdotlar ve atasözleri ile açıklayan ve tanımlayan ansiklopedik bir eserdir.

Kitapta el-Câhiz doğal çevrenin hayvanlar üzerindeki etkisinden söz etmiş ve evrim kuramından bahsetmiştir. Çevrenin bir hayvanın hayatta kalma olasılığına etkilerini incelemiştir Kitapta el-Cahız besin zincirlerinden de, örneklerle, bahsetmiş ve böylece bu kavramdan bahseden ilk kişi olmuştur.

İbn Miskeveyh ve Evrim  (M.S. 940-1030)

El-Cahız’ın daha çok bilim açısından ele aldığı evrimleşme konusu, ünlü Müslüman filozof İbn Miskeveyh tarafından felsefi planda incelenmiştir. ibn_miskeveyhİbn Mskevey, ‘el-Fevzü’l-Asgar’ adlı eserinde evrimleşmeyi, Darwin’den tam 850 yıl önce incelemiş ve Darwin’in vardığı sonuçlara daha o zamandan varmıştır.

İbn Miskeveyh’e göre; Yüksek alemden inen nefs (ruh) çeşitli dünya varlıklarında kendini göstere göstere tekamül etmiş, nihayet insanlık mertebesine gelmiştir. Ruh bitkiden sürüngen hayvanlara, oradan maymunlara ve insanlık mertebesine kadar yükselmiştir. (İbn Miskeveyh’in bu düşünceleri için bknz. el Fevzü’l-Asgar, syf: 76-83) 

Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Evrim (1809-1882)

erzurumlu_ibrahimErzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnamesi?nde (syf: 31-33) evrim hakkındaki görüşlerini şöyle özetlemiştir: ?Varın yok olması, yoğun var olması mümkün değildir. Var daima var, yok da daima yoktur. Fakat var, bir mertebeden diğer mertebeye, bir halden diğer hale geçebilir. Allah?ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur (eleman), istihale (evrim) ile birbirine karışmış, unsurların izdivacından (karışımından) önce madenler, ondan bitkiler, ondan hayvanlar vücuda gelmiş ve hayvan kemalini bulunca insan meydana gelmiştir. 

Madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır, bitkilerle hayvanlar arasında ara varlık hurmadır, hayvanlarla insanlar arasında ara varlık maymundur. Zira cümle azası, kıl ve kuyruktan başka içi dışı insana benzer. Aracıların varlığının hikmeti şudur ki, her biri kendi mertebesinin aşağısından en yükseğine vasıl olup varlıklar mertebesi bir düzenle sıralanıp insan mertebesinde son bulur. Gaye, devr-ü zemanın tetimmesi (yaratıkları dolaşan nefsin, olgunluğun doruğu olan başlangıç noktasına varması), cihanın özü olan insanın meydana gelmesidir. İşte bu mertebede ahlaken yükselip Tanrı huylarıyla vasıflanan kişi, marifet kemaline erip küllî (bütünsel) akla kavuşmuş ve bu mertebede varlık dairesi birleşip tamamlanmıştır. Onun iptidası (o dairenin başlangıcı) akl-ı evvel (ilk akıl), sonu da insan-ı kâmildir (olgun insan).?

Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Evrim (1491-1574)

Bir çok yazar ve düşünür, aşağıdaki şiirde Mevlana’nın evrimden bahsettiğini iddia eder.
‘Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.

Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.

Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.

Öyleyse ölümden korkmak niye?

Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,

Ya da alçaldığım görüldü mü?

Bir gün insan olarak ölüp,

ışıktan bir yaratık,

rüyaların meleği olacağım.

Fakat yolum devam edecek,

Allah?tan başka her şey kaybolacak.

Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.

Yıldızların üstünde bir yıldız olup,

Doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.’

Son olarak

Ateizm’in ünlü savunucusu Richard Dawkins ile atışmaları pek meşhur olan John Lennox’un ‘Aramızda Kalsın Tanrı Var’ adlı kitabı, evrim teorisinin Allah’ın gerekliliğini ortadan kaldırmadığını, bilakis Tanrı olmadan evrimin olmayacağını anlatıyor. Dili biraz ağır olsa da, kütüphanenizde olması gereken bir kitap.

Sonra’dan eklenen not; Edip Yüksel’in ‘Adem Baba Paraşütle mi?‘ indi makalesindeki bazı bilgileri de bu yazıyı zenginleştirmesi açısından aşağıya ekledim.

Aslında tarihi belgeler Darwin?in (1809-1882) ve dedesi Erasmus Darwin?in evrim konusunda, kendilerinden yüzyıllar önce yaşayan islam bilginlerinin eserlerinden etkilendiğini gösteriyor. Dostum Dr. T. O. Shanavas, Creation and/or Evolution: an Islamic Perspective adlı kitabının 6?ıncı bölümünü buna ayırıyor. Örneğin, John William Draper, The Conflict Between Religion and Science adlı kitabında evrim teorisinin batı kökenli olduğu varsayımını reddediyor ve evrim teorisinin Müslüman okullarında yüzyıllar önce okutulduğunu ve hatta Müslümanların evrimi çok daha geniş kapsamlı düşündüklerini, minarelleri ve inorganik maddeleri bile evrim olayına dahil ettiklerini tartışıyor. Will Durant adlı Amerikan tarihçisi de ünlü filozof Ali İbni Sina (980-1037) ve Ebu Bekir Muhammed El-Razi?nin (844-926) tıp ile ilgili kitaplarının ve görüşlerinin ortaçağ Avrupasında üniversitelerde yüzyıllar boyu ders kitabı olarak kullanıldığı gerçeğini anımsatıyor ve 1395 yılında Paris Üniversitesinde el-Razi?nin Kitab el-Havi adlı eserinin kullanılan dokuz kitaptan biri olduğunu bildiriyor. Aynı kitap, Avrupa?da Avicenna olarak tanınan İbni Sina?nın bilimler ansiklopedisi olan Qanun fil Tibb adlı kitabının Montpellier ve Louvain üniversitelerinde 17?nci yüzyıl ortalarına kadar temel ders kitabı olarak okutulduğunu bildiriyor. Avrupa?da tıp bilimini etkileyen evrimci iki önemli Müslüman bilimadamı daha var: Batı?da Abubacer olarak bilinen Ebu Bekr ibn Tufeyl (1107-1185) ve Averroes olarak tanınan ünlü filozof Ebu el-Velid Muhammed ibn Rüşd (1126-1298).

Shanavas, yukarıda ismini verdiğim kitapta daha birçok belgeye yer veriyor. Örneğin, sosyolog tarihçi Ibni Haldun?un (1332-1406) ünlü Makaddime?si minerallerden başlayan bir evrimi savunur. Minareller evrimleşerek çekirdekli ve çekirdeksiz bitkiler oluştururlar. Bitkiler hurma ağacı ve asma ile zirveye ulaşıp hayvanların ilk evresi olan salyangoz, kabuklu deniz hayvanlarıyla gelişir. Çeşitlenerek artan hayvanlar yaratılışın yavaş işleyen evreleşmesi sonunda bilinç sahibi ve düşünme yeteneğine sahip olan insana dönüşüp zirveye ulaşıyor. Ibni Haldun?a göre insanlığın ilk evresine maymunlardan erişiliyor. İbni Haldun Mukaddime?sinde evrim olayını bilimsel bir dil kullanarak anlatıyor ve varlığın aslınının (yani genetik yapısının) çeşitli değişikliklerden (mütasyonlardan) geçerek bir cinsten diğer bir cinse evrimin gerçekleştiğini savunuyor. Ortaçağ?da dünyanın bilim meşalesini ellerinde tutan Müslüman bilimadamlarının evrimi ilahi bir sistem olarak kabul etmekte hiçbir çekinceleri olmamıştır. Örneğin, İbni Haldun insan cinsinin kökeni hakkındaki bir paragraftan sonra Allah?ın sünnetinin (yasasının) değişmeyeceğini bildiren bir ayeti anımsatıyor.

Bunlara ek olarak, batıda Alhazen olarak bilinen ünlü optik bilimcisi Muhammed el-Heysam (965-1039) optik bilimini incelediği Kitab-al Menazir adlı eserinde insanların mineraller, bitkiler, hayvanlar ile süren evrelerin bir sonucu olarak yaratıldığını savunur. İbni Arabi (1165-1240), Celaleddin Rumi (1207-1273) gibi ünlü tasavvuf liderleri de evrim teorisini savunmuşlardır. Geolog El-Biruni (973-1048) Kitab el-Jamahir adlı eserinde insanlığın basit organizmaların doğal ayıklama yoluyla uzun yıllar süren  evreden evreye gelişimleri sonucu oluştuğunu tartışır.

Fas Ziyaretim

Bir çalışma için 5 günlüğüne Fas’a gittim.
İlk gün Kazablanka, daha sonraki günler Marakeşteydim.

Kazablanka Atlas okyanusu kıyısında çok güzel bir şehir. Dünyanın en büyük camisi olan 2. Hasan camide Kazablanka’da bulunuyor. Aşağıdaki fotoğrafda caminin kapısında durdum, tamamını siz düşünün artık.

Marakeş ise Fas kültürünü daha çok yansıtıyor. Marakeş’in büyük bir meydanı var, sanki açık hava gösteri merkezi. Sihirbazlar, yılan oynatıcıları, büyücüler, tiyatrocular, müzisyenler her türlü insanla karşılaşıyorsunuz bu meydanda.

Para birimi dirhem.
Bir şey alırken mutlaka pazarlık yapmanız gerekiyor. 400 dirhem olan bir şeyi pazarlıkla 200 dirheme alabiliyorsunuz.
Fas bir dönem Fransız sömürgesi olduğu için ülkede Fransızca yaygın, İngilizce bilmiyorlar.

Türkleri seviyorlar. Anlatıldığına göre Ferit Şahenk önceki Fas kralının sınıf arkadaşı imiş ve Türk şirketlerine ayrıcalıklar taşımış. Türkleri sevmelerinin en önemli sebeplerinden biri de müslüman olmaları.

Her yerde argan yağı satılıyor. Tüm dünyada meşhur olan argan yağı burada bolca bulunuyor.
Halk fakir. Çok fazla dilenci var.

Marakeş gezmek ve alışveriş yapmak için çok güzel bir yer.

fas1

fas2

fas3

fas4

fas5

fas6

Dinle Neyden – Hakan Mengüç

TV8’de katıldığım programdan ney taksimi…

 

Mesnevinin ilk iki beyitini yorumlarla ve ney taksimi ile paylaşmak istedim.

‘Dinle neyden duy neler söyler sana
Sızlanır hep ayrılıklardan yana’

Mevlana’nın dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.

‘Kestiler der sazlık içinden beni,
Dinler hem kadın hem erkek ağlar beni’

Sazlık, kamışlık ney’in anayurdu ve evidir. İnsan da tpkı ney gibi yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedi muhabbetle doyduğu o yerden dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıp ney gibi, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.
 

Hasret anlatmam için bulmam gerek,
Ayrılıktan parçalanmış bir yürek.

Aslı kaybetmişse bir insan arar,
Asla dönmek için hep uygun an arar.

Dosta gâh yoldaş olup gâh düşmana,
İnleyip sesler duyurdum her yana.

Dost olur zannımca her insan bana,
Bi haber gel gör ki sırrımdan yana.

Sırlarım olmaz iniltimden uzak.
Etmez fark her göz, işitmez her kulak.

Saklı olmaz birbirinden can ve ten,
Canı her göz görmez.” Ama bilki sen;

Bir ateştir ses değildir ney sesi.
Kimde yok ateş? Yok olsun böylesi!

Sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney,
Sevgiden çağlar eğer çağlarsa ney.

Ney o şeydir perde yırtıp perdesi,
Dost edinmiş dosta hasret herkesi.

Hem devadır ney denen şey hem zehir,
Bir bulunmaz arkadaştır, hem fikir.

Anlatır ney aşk-ı Mecnûn’un nedir,
Kanlı bir yoldan haber vermektedir.

Müşteri yalnız dil, söz, kulak dedi.
Aşkı Mecnûn bildi akıl ermedi.

Derdimizden gün zamansız dolmada,
Her yanlış bir günle yoldaş olmada.

Gün geçip isterse yaz ersin güze,
Ey temiz insan! Sağol kâfi bize.

Kandı her varlık, balık kanmaz suya,
Rızk eğer eksikse, gün dolsun mu ya?

Anlamaz olgun adamdan ham adam,
Söz hem az hem öz gerektir vesselam.

:::Mevlana:::

Karakulak – Caracal

Adı Cloe, Cinsi Caracal.

Güney Afrika’daki Hayvan Rehabilitasyon Merkezinden gönüllü çalıştığım dönemde tanıdım Cloe’yi.

Türkiye’de Karakulak deniyor. Güney Afrika’da öğrendik ki Caracal ismi Karakulak isminden geliyormuş.

Yabani Türk kedisini Güney Afrika’da tanıdık.

O kadar uysal ki oyun oynarken tırmaklarını bile çıkarmıyor. Ev kedileri bile ellerimizi çizerken, yabani kedinin bu kadar dikkatli ve uysal olması ilginç.

(‘Karakulak’ is Turkish for ‘black ears’ which is where their name has come from.)

karakulak_caracal

caracal_karakulak

Tembellik

Şimdi yapmazsanız, başka zaman asla yapmayacaksınız!

Kış olunca köpek bir kenara büzülerek der ki, ‘Şu yaz bir gelsin, dişimi tırnağıma takıp çalışacağım ve kendime bir sığınak yapacağım’

Yaz gelince de canlanır, güçlenir ve: ‘Benim gibi güçlü bir köpeğin sığınağa ne ihtiyacı var, hangi eve sığarım ben?’ der.

Hadi hareket zamanı!

Sabrın Sırrı

Sabrın sırrı sevdiğiniz ve size inanan insanlarda gizlidir. Başarısızlığın ilk işareti insanların vazgeçtiği ve amaçlarını ‘imkansız’ olarak yaftaladığı anda gelir. Bu desteğe ihtiyaç duyduğumuz andır.

Başarısızlığa uğramadan ve sevenlerinizin desteğini almadan gerçek başarıya ulaşmanız mümkün değildir. Duygusal kaynaklarınız tükendiğinde hayatınız boyunca kurduğunuz ilişkiler size destek olacaktır. Alacağınız destek, yıllar boyunca verdiklerinizi yansıtır.

Duygusal destek karşılıklılık ilkesi ile hareket eder. Dağları yerinden oynatacak etkiyi yaratmak için en önemli stratejiniz uzun ömürlü ilişkiler kurmak olmalıdır.