Sen yola çık, yol sana görünür!

Kalbin temizse hikayen mutlu biter!

Arşivler (page 14 of 40)

Twitter, Instagram ve Facebook Hakkında

Sosyal Medya

Web  üzerinde iş kuran/kurmayı düşünen veya kendini geliştirmeye çalışanlara kendi deneyimlerim sonucunda vardığım öngörüleri paylaşmak istiyorum.

İnternet’i bir şehir gibi düşünün, örneğin bu şehir İstanbul olsun. Fakat çok gelişmiş olmasın. Bu şehrin sadece bir tane AVM’si olsun. 15-20 tane de kafesi var diyelim.

Facebook bu şehrin AVM’sidir. İçinde her şey bulunur. Videolar, fotoğraflar, yazılar, özlü sözler, tanıdıklarınızın özel bilgileri, fotoları, videoları, oyunlar vb. Yani aynı AVM mantığı.

Twitter bu şehrin bir zamanlar popüler olan ama şimdilerde sadece belli bir kesimin takıldığı kafesi olsun. Mesela Bebek’teki Luca kafe gibi.

Instagram ise şu an bu şehrin en popüler kafesi ama Twitter gibi çok elit değil, herkesin Facebook (AVM) kitlesinin de geldiği bir kafe. Instagram’ı da Starbucks’a benzetebiliriz.

Tumblr, Flicker, Picassa, Wattpad, Weheartit gibi siteler de sadece belli kesimlerin bildiği kafeler gibidir. Müdavimleri vardır ama herkes bilmez o kafeleri.

GELECEKTE OLACAKLAR

Facebook

Facebook gibi bir sitenin kurulması, kitle toplaması, kendini kabul ettirmesi çok zor olduğundan daha uzuuun yıllar şehrin tek AVM’si Facebook olacak, bu yüzden yatırımlarınızı Facebook üzerine yoğunlaştırın. Facebook’un zeki ekibi Facebook’u sürekli güncellediği için de, rakip çıkması epey zor.

Twitter

Gelecek de Twitter kullanımı daha da düşecek ve sadece haberlerin takip edildiği ve haber takip eden bir kitlenin kullandığı bir uygulama olacak.

Instagram

Popülerliği bir iki yıl daha devam edecek ve sonra düşmeye başlayacak. Hatta şu an zirvesine vardı ve hafif hafif düşmeler başlayacak ama bu düşüş 2 yılı alacak. (Düşüşün sebebi algoritma kullanmaması)

Bildiğiniz gibi Instagram’ı Facebook satın aldı, isterse bu düşüşü engelleyebilir. Mesela Facebook’taki ‘etkileşim alan daha çok gösterilir’ algoritmasını kullanabilir, bu sefer de Instagram Facebook’a benzemeye başlar ki, bunu isteyeceklerini sanmıyorum.

Facebook ekibini çok yaratıcı bulduğumdan, Instagram için şaşırtıcı bir yenilik bekliyorum.

 

Güçlüysen kimse sana iyi misin diye sormaz.

Güçlüysen kimse sana iyi misin diye sormaz.

Hayat sana güçlü olman gerektiğini öğretmiştir ve sen de hayatın sözünü dinleyip öğrenmişsindir güçlü olmayı, güçlü görünmeyi, güçlü olduğunu hissettirmeyi…

Ama kimse hayattan daha güçlü olamadığı için sen de güçsüz olursun çoğu zaman ve kimse de sana gelip iyi misin diye sormaz.

İşte tam bu noktada dostları olmalı insanın.

Sustuklarını duyabilmeli, yüz ifadelerini, ruh halini okuyabilmeli.

Böyle dostların varsa, büyük bir servete sahipsindir.

 

Oktay Sinanoğlu Kimdir?

oktaysinanoglu27 Yaşında Yale Üniversitesinde Profesörlük ünvanını kazanan en genç kişi olan, en prestijli üniversitelerden biri olan Massachusetts Institute of Technology?yi (MIT) 8 ayda bitiren, iyi derecede İngilizce bilmesine rağmen tüm konferanslarında sunumunu Türkçe yapıp Türklüğünden taviz vermeyen, bilim dünyasında ismi tüm dünyada şöhretle anılan ama maalesef ki ülkemizde değeri yeterince bilinmeyen, “Türk Einstein”ı olarak adlandırılana Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu kaybettik.

Ben de zamanında konferansına katılmış ve çok faydalanmıştım.

Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Büyük bir değerimizi kaybettik.

Oktay Sinanoğlu kimdir?

Oktay Sinanoğlu babasının Türkiye Başkonsolosluğunda görev yapmakta olduğu Bari’de doğdu. Oktay Sinanoğlu  ve ailesi 1939 yılında İtalya’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye’ye döndü.
Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi’ne burslu öğrenci olarak girdi ve 1953 yılında bu okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
1957’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. “Alfred Sloan” ödülünü aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960’ta Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
1960-1961 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile “Doçent” oldu. 1963’te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir
1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973’de Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”nü ilk kazanan kişi oldu. 1975’de Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.
1980’li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988’de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993’te Yale Üniversitesi’ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.
Türkiye’de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe’nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir
Yaşamı boyunca Kuantum mekaniği’ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniği”nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü.Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
19 Nisan 2015 tarihinde hayatını kaybetti.
Ünlü sanatçı Esin Afşar’ın ağabeyidir.
Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) ? Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
Solvophobic Theory (1964) ? Çözgeniter kuramı
Network Theory (1974) ? Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
Microthermodynamics (1981) ? Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) ? Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.
Kitapları
Göçmen Hamamı
2050’ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi
İlerisi için (ISBN 9944090611,
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası
Büyük Uyanış
Hedef Türkiye
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin
Yeni Bilim Ufukları I
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü
Akademik kitapları
Modern Quantum Chemistry : Istanbul Lectures (Academic Press,1965)
Sigma Molecular Orbital Theory (Yale Press,1970)
Three Approaches to Electron Correlation in Atoms and Molecules (with K.Brueckner,Yale Press,1971)
New Directions in Atomic Physics (with E.Condon,Yale Press,1971)

Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık

Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık,

onlar müsait bir yerde indiler.

O kadar zaman vakit geçirdikleri insanı değil, başkalarını dinlediler.

Soru sormaya bile gerek görmediler.

Onlar haklı oldu biz suçlu,

Yine de söylüyorum,

Siz mutlu olun da, biz suçlu olmaya razıyız….

Çünkü siz gitseniz bile,

biz sizi hala seviyoruz.

Hakan Mengüç’e Üniversiteden Ödül

Hakan Mengüç’e Bozok Üniversitesi Gençlik Kulübünün oylaması sonucu ‘En iyi Yazar’ ve ‘En beğenilen konuşmacı’ ödülleri verildi.
Üniversite adına plaketi Prof. Dr. Şaban Güçlü verirken, İletişim kulübü adına ödülü Bozok Üniversitesi Genel Sekreteri Erol Sorucu verdi.

Hakan Mengüç’ten not;
Bu ödüle layık çok değerli insanlar var olmasına rağmen beni seçmiş olmaları, uzun yazarlık ve konuşmacı yolculuğumda benim için güçlü bir motivasyon oldu. Daha çok yolum var, tüm bizi çok güzel bir şekilde ağırlayan tüm üniversite yönetimine ve seminere katılan 700 güzel insana teşekkürler.

Hakan Menguc odul aldi mi?

Yükün dürüstlükse eğer, gücün belki düşer ama başın düşmez

Dürüstlük

Dürüstlük bireysel ve sosyal ilişkilerimizin, iş ilişkilerimizin ve aile ilişkilerimizin güvenilir, huzurlu ve sağlam bir zemine oturması için olmazsa olmaz bir erdemdir.

Hatta hatta kendimize ve çevremize karşı olmazsa olmaz sorumluluğumuzdur.
Bir zamanlar, ülkelerden birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın hiç çocuğu yokmuş. Yaşlandıkça, öldükten sonra yerine kimi bırakabileceğini düşünmeye başlamış. İyiliksever, dürüst ve doğrulardan asla sapmayan, cesur biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş.

Bu özelliklere sahip birini bulabilmek için şöyle bir yol izlemiş: Kralın adamları ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, o çiçeği yetiştireni kendisinden sonra tahtın varisi ilan edeceğini söylemiş.

Kralın gönderdiği tohumlardan alan çocuklardan biri de İr adında bir çocukmuş. İr, Kralın verdiği tohumu saksıya dikmiş. Ama uzunca bir süre beklemesine rağmen, diktiği tohumdan çiçek çıkmamış.
Annesi, belki de yanlış saksıya diktiği için çıkmamış olabileceğini söyleyince, tohumu başka bir saksıya, başka bir toprağa dikmiş. Ama nafile, yine hiçbir bitki yeşermemiş, çiçek açmamış.


Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları rengârenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Elinde çiçek olmayan, yalnızca İr varmış. İr, elinde boş saksı öylece duruyormuş. Kral çocukları tek tek dolaşmış, yetiştirdikleri çiçeklere bakmış, bazılarını birkaç kelimeyle övmüş, ama yoluna devam etmiş. İr?in yanına gelince, onun boş saksına bakıp:
?Çocuğum? demiş,
?Senin saksında neden çiçek yok??
İr ağlamaklı bir ses tonuyla:
-?Kralım maalesef benim tohumum büyümedi.? diye cevap vermiş.
Bu cevap üzerine yaşlı kral İr?i kucaklamış ve bundan böyle kendisini evlat edineceğini, kedisinden sonra da onun kral olacağını tüm halka duyurmuş. Meydandakiler bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken, nasıl olur da saksısı boş bir çocuk veliaht ilan edilir
diye birbirlerine sormaya başlamışlar. Ahalinin merakını kralın şu açıklaması gidermiş:

?Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani, hiçbirinden çiçek çıkması ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk gerçeği bana söyleme cesareti gösterdi. İşte bu cesaretinden ve dürüstlüğünden dolayı, benden sonra tahtımın varisi İr olacak.?

Şunu unutmamalıdır ki; Dürüstlük kısa vadede kaybettiğinizi düşünmenize neden olsa da, uzun vadede mutlaka ve mutlaka kazanan siz olursunuz.

İyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir.

Çocuk yetiştirmek

“Bir yıl sonrası ise düşündüğün tohum ek,
yüzyıl sonrası ise düşündüğün insan eğit…(Kuan Tzu)


Her çocuk dünyaya geldiğinde işlenmemiş bir “cevher” gibidir. Öz’ünde saf’tır, masumdur ama potansiyel olarak tüm zıtlıkları da bünyesinde barındırır.(ying- yang) Ailede başlayıp sonrasında öğretmenler ve toplumun da dahil olduğu eğitim sürecinde bu cevher, bir kuyumcu titizliğiyle ince ince işlenip paha biçilmez bir MÜCEVHER e dönüştürülebilir.
Bu süreçte ortaya öyle bir mücevher çıkar ki ışıltısı hem eğiteni hem de eğitileni aydınlatır.Çünkü çocuklar muhteşem birer aynadır. gördüklerini aynen yansıtırlar. o yüzden başta ebeveynler olmak üzere tüm eğitenler nasıl bir “İnsan” ortaya çıkarmak istiyorlarsa önce kendileri bu özellikleri taşımalıdırlar. Çocuğa, her zaman doğruyu söylemesi gerektiğini, dürüstlüğün erdemini anlatan büyükleri masum bir sebeple bile olsa yalan söylerse, çocuğun buradan çıkaracağı sonuç ” Bazı durumlarda yalan söyleyebilirim” olur. Artık anlatılanların hiç bir önemi ve geçerliliği kalmamıştır. Çünkü onun için davranışlarınız sözlerinizden daha etkilidir.
İstisnai durumlar yok değildir tabi ki.. Bir Alimden bir zalim ya da tam tersi olabilir. Ama burada daha geçerli olan kuralı atalarımız şöyle özetlemiş….”Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker”…
Yetiştirdiğiniz evlat aynadaki yansımanızdır aslında. Onun için bu mücevher iki tarafı da parlatır ve değeri ikiye katlanır. Siz eğitirken aynı zamanda eğitilensinizdir. İyi bir “insan” yetiştirmek için uğraşırken siz de üzerinizdeki fazlalıklardan arınıp içinizdeki “cevher”i açığa çıkarırsınız.

Kainatta Allah’tan sonra en değerli varlık kaliteli insandır ve her şey kaliteli insanla bir değer ve anlam kazanır…

Teşekkürler Handan Önder

Bir Kadını Anlamak

nazlıcan ile ilgili yazı

Hala çıkıp kadın tahrik ediyor diyenler var. Yahu bu ülkede damacanaya tecavüz eden var, damacana da mı tahrik ediyordu? Peki bu resimdeki tahrik unsuru ne?

Kadınlara nasıl giyineceklerini değil, erkeklere nasıl davranacaklarını öğretmek gerekiyor.

Bu ülkede karanlıkta kadının arkasından yürürken, tedirgin olmasın diye karşı kaldırıma geçen erkekler de var. İşte erkekler böyle olmalı, kadını anlamalı, hissetmeli, kardeşi gibi görmeli?

Erkekler olarak bir kadın olmanın ne olduğunu tekrar düşünelim, çünkü;

Biz bilmeyiz hava karardı diye, kendi sokağında bile korkarak yürümenin ne olduğunu?
Biz bilmeyiz, sırf gece sokakta yürümemek için bir duraklık yerlere bile otobüsle giden kadınların hissettiğini?
Biz bilmeyiz otobüsteki tek kadının yaşadığı endişeyi? Herhangi bir yerde laf atıldığında duymazlıktan geliyormuş gibi yapan ya da atılan lafları duymamak için kulaklıkla son ses müzik dinleyen kadınları?
Biz bilmeyiz tecavüze uğrayan, bıçaklanan, öldürülen bir kadının haberini okurken başka bir kadının yaşadığı korkuyu?

?Kadın rahmine koca bir dünyayı sığdırdı, siz dünyaya bir kadını sığdıramadınız.?

Maalesef bu utanç hepimizin. İlk önce çocuklarımız eğitmeliyiz zira iyi bir çocuk yetiştirmek, hazineler dolusu bir servetten daha değerlidir. Hem ailesi için, hem ülkesi için hem de tüm insanlık için…

Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum.

İlle de büyük adam olmana gerek yok, insan ol yeter

Büyük Adam

‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.” demiş Mevlana.

İnsanın, mevkisi, makamı, kariyerinde neler başardığı, parası ve pulunun pul kadar değeri olmadığını; gerçek değerin insanın karakterinde ve davra
nışlarında olduğunu atalarımız şu hikayeyle bize anlatmışlar : ”Adam oğluna hep sen adam olamazsın dermiş, oğlu da ileride göreceksin nasıl bir adam olduğumu sana göstereceğim, der babasına. Aradan yıllar geçer delikanlı okur ve bir ile vali olur. Vali olduğu gün yardımcısına, babasını makamına getirmesini emreder. Valinin babasını apar topar alıp getirirler, babasının içeri girmesiyle oğlu babasına baba; ?Bana adam olamazsın diyordun bak ben vali oldum? der. ‘Oğlum ben sana vali olmazsın demedim ki, adam olamazsın dedim, adam olsaydın babanı ayağına getirmezdin’ der, oğluna…”

Bu yüzden ”İnsan Olmak” konusu gündeme gelince daha önce söylediğim : ”İnsanların değerini belirleyen nicelikleri değil, nitelikleridir” sözümü tekrar belirtirim. İnsan olmanın faktörlerine ise iyi ve güzel olan her şey söylenebilir. Adı üstünde değil mi? İNSAN Olmak…

Dünya’da başarılı ve zengin birçok kişi var ki İnsan olmanın anlamını bile düşünmemişken, öyle kişiler var ki ekmek alacak parası olmayıp İnsan olmanın kitabını yazabilen. Dünya, İnsan olanlar sayesinde güzel, kötülüğü hızla yayan İnsan olamayanlar değil mi?

Almanya?da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş:
”Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur;
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

Unutmayın; İnsan olmak kuruşla değil, duruşla ölçülür.

Teşekkürler Ferhat Erdem

Bir insana güvendiğinizde, iki sonuçtan birini elde edersiniz, ya yaşam boyu bir dost, ya yaşam boyu bir ders

Güvenmek

İnsan aciz bir varlıktır. Hayatını tek başına idame ettiremez. Yalnızlığını paylaşacak, yükünü hafifletecek birine ihtiyaç duyar. Bir yaşa kadar yükümüzü ailemiz taşır. Hayatımız karmaşık bir hal almaya başlayınca dostlarımız girer devreye. Vakti gelince de eşimize yükleriz sırtımızdakileri… Sonuç olarak hayatın her evresinde zorlandığımız zaman tutunacak bir dalımız mevcuttur. İlla ki birilerini buluruz. Çünkü insan birine güvenme, hayatını paylaşıp yükünü hafifletme eğilimindedir. Mühim olan doğru kişiye güvenmek, yükü kaldırabilecek olana yüklemektir.
Ben bu yaşıma kadar dostluğa, arkadaşlığa çok önem veren biri oldum. Dostlarımın güvenine layık olmaya çalıştım. Hiçbir zaman dostlarımın yükünü taşımaktan kaçmadım. Her zaman onlarla sevinip onlarla üzüldüm. Bundan mıdır bilmem, bana hayatımın en büyük üzüntüsünü yaşatan da bir dostum oldu…
İnsanı en çok korkutan şey sevdiklerinden yara almasıdır. En derin yaraları en sevilenler açar. Savunmasızsındır bir kere. Çünkü hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir yerden alırsın darbeyi. Canın yanar, bağırırsın. Sesini duysun, yanına gelip açtığı yarayı sarsın istersin. Gelmediğini görünce kızarsın, hırslanırsın. Gurur da karışınca işin içine Necip edasıyla haykırırsın: “Geçti istemem gelmeni/ Yokluğunda buldum seni/ Bırak vehmimde gölgeni/ Gelme artık neye yarar ” Necip’in kalbinden dökülen bu dizeler senin ancak dilinden dökülebilir. Çünkü dilin bu dizeleri haykırırken kalbin “Gel…” diye fısıldar. Birbirine gönülden bağlı olanlar bilir ki bazen “fısıltı, çığlıklar…”
Duymadı dostum… Ne çığlığımı ne de fısıltımı… Vaktiyle ona hak etmediği kadar çok güvendiğim için pişman değilim. İçimde bir yerlerde ona hala “dostum” diyorum. Çünkü çok önemli bir şey öğretti bana. Şu hayatta şüphe duymadan, korkmadan güveneceğim iki varlığın farkına varmamı sağladı: Biri aynaya baktığımda gördüğüm, diğeri yukarı baktığımda göremediğim…

Teşekkürler Özge Güler

Düştüğün Zaman Umudunu, Kalktığın Zaman Kişiliğini Kaybetmeyeceksin

Ekran Resmi 2015-02-12 20.00.21

Bazı anlarda, nerede olduğumu veya kiminle olduğumu fark edemiyorum artık. Kalbimin gürültüsünü duyabiliyorum yalnızca. Koşuyorum beynimin içinde dörtnala, istikametsiz. Start verilip, yarış başladığında da hatalı çıkıştan diskalifiye oluyorum. Burnuma derin bir rutubet kokusu geliyor, denizellikten olsa gerek. Kabataş?ta fünikülere binerken buluyorum kendimi. ? Bir dakika sonra tren hareket edecektir? anonsu geliyor, ardından kapıların kapanış sesi.

Yanıma biri oturuyor. Omzuma dokunuyor. Neden bu kadar düşüncelisin diyor. Sen kimsin diyecek halim yok, yorgunum diyorum. Sağ elimi tutuyor, kalbimin üzerine sımsıkı bastırıyor. Sakinleş biraz diyor. At üstünde şehre girip, on binlerce Romalının beni alkışladığı günler geliyor aklıma. Krallıkları yıktığım, milyonlara korkular saldığım, önümde diz çöküp dua eden yığınların olduğu günler. Sonra ne oldu diyor. Daha fazla ganimet için yaktım, yıktım. Emirler yağdırdım. Zirvedeki gücü elimde tutmak adına, her yeni fikri reddedip kendi adıma kararlar aldım. Ben olduğum için değil de sahip olduğum hazine için büyüdü çevrem. Daha da boğuldum, yapayalnız kaldım diyorum. Peki değer miydi diyor. Seni sevenlere sırt çevirmek, gözlerinin içinde adaleti arayanlara kapıları kapatmak, babanın cenazesine dahi gitmemek sana yakışmış mıydı? İktidar için, güç için, daha fazlasının cazibesine kapılıp, sen olmaktan çıkmaya değer miydi diyor. Değmezdi diyorum. Gözlerimden yaş geliyor. Elleriyle siliyor yaşlarımı. Hava yağmurlu, bak incecik giyinmişsin üstelik hasta olacaksın diyor. Böyle konuştuğunu duydukça annemi hatırlıyorsun diyorum. ? Gelecek istasyon Taksim? anonsu yapılıyor. Hadi annene git diyor. Ve ekliyor; olmak için doğduğun kişi ol, kendin ol.

Eve ne hızda gittiği hatırlamıyorum. Kapıyı açıyor annem, her zamanki gibi sıcacık sarılıyor. Kısa bir sürede en sevdiğim yemekleri yapmış, banyoyu hazırlamış, yatağımın başucuna temiz çamaşır bile çıkarmış. O rahatlatıcı ses tonuyla konuşmaya başlıyor. Şirketlerin çok büyümüştü oğlum, nice ihaleler kazandığın günleri gördüm televizyonda. Rakiplerini bir bir devirmekle kalmadın, işçilerini de aldın. Bu günlerde arabalarını dahi satmışsın. İflas bayrağını çektiğini okudum gazetede. Lakin hala gözlerin ilk günkü gibi gülüyor dedi. Füniküler de yanıma biri oturdu anne onunla konuştum, her şeyin güzel olacağını söyledi bana dedim. Tek kişilik değil miydi o koltuklar oğlum dedi. Ufak bir duraksamadan sonra, göz bebeklerimi daha bir büyüterek haklısın anne dedim. Kendimi dinledim. Yüreğimin iyiye gidecek, sabret deyişini dinledim. İçinde umudu bulan hiç kimse çaresiz değildir. Zifiri karanlıkta ışığa yürüyen hiç kimsenin yalnız olmayacağı gibi dedim, gözlerim yavaş yavaş kapanırken.

Teşekkürler, Hıdır Ferahoğlu